9 Haziran 2010 Çarşamba

ENSTANTANE

İstanbul'dan Ankara'ya dönüyorum. Aklımda kalan manzaralar ne ödül töreni ne de deniz kenarından. Bir tanesi, etrafta herkes patisserie'lerde kahvaltılarını edip üzerine bir tane de siz diyin karamelli ben diyeyim muzlu makaron indirirken mideye, bıçkın bir yeniyetmenin paçozdan hallice küçük sevgilisine, dünyanın en güzel prensesine yüzbin dolarlık şampanya ikram edercesine sokaktaki simitçiden plastik bardakta çay alışı...O döke döke, elleri yana yana gidişlerini vallahi de gözüm dolu seyrettim. "Aferin kerata, hep böyle davranın şu kızlara" da "Oğlum içmeyin çayı şu plastik bardaklarda artık" da diyemedim tabii.


İkinci manzara da NTV binası önünden. NTV Tarih'e geldim diye yanlışlıkla NTV televizyon binasına gitmişim. Kapının önünde beni doğru yere götürecek arabayı bekliyorum. Beklerken de gözüm arabasının içinde görev bekleyen bir NTV şöförüne takıldı. Koltuğunun altından bir tane etamin deseni çıkardı. Parmaklarını hafifçe ıslattı, büktü yeşil ipliği, iğneye geçirdi ve başladı etamin işlemeye. Öyle öyle duygulandım ki yine anlatamam. Ben de araba içinde, orda burda beklediğim bazı anlara çok yanmışımdır. "Yaşa be amca. Elbette. Sevmez zaten boş duranı Allah, değil mi?" de diyemedim tabii. Dönüşte bir tane sudoku dergisi aldım ben de, attım çantaya.


2 yorum:

  1. ayrintilari gözden kacirmayan biri daha..
    hayat zaten bu kucuk detaylarda gizli degil midir.

    YanıtlaSil
  2. Evet evet detaylar değil mi güldüren, ağlatan, bazı gerçeklere aymamızı sağlayan?

    YanıtlaSil