25 Mart 2012 Pazar

BİR MUCİZENİN HİKAYESİ: HAFIZ DİVANI'NIN ÜÇÜNCÜ CİLDİ

Bugün Pazar. Dün gece Richie Kotzen konserinden çıkıp eve tam 3.00'de girecekken saatler 1 saat ileri alındığı için 4.00'de girmişim. Yatarken sabahki yogayı, ki kar ve hastalık nedeniyle 3 haftalık mecburi bir ara verdim; içim içimi yiyor, ekmeye kendi kendimi ikna etmişim. Hava ne kadar güzel olursa olsun ertesi sabah evden çıkmayacağım.
...

Acelem yok. 11.00 gibi uyandım. Yoga başlayalı yarım saat olmuş. Kendimi bile bile kaçırmış gibi değil de uyuya kalmış gibi hissettiğimden içim rahat. Kahve olduktan sonra, dün gece yokluğumda Kissy'nin kocaman bir rulo mutfak havlusundan nasıl geriye hiçbir şey kalmayacak şekilde konfeti dağı yaptığını anlatmak için bizimkilere telefon ettim. Annem açtı telefonu, "alo"sundan anladım, morali bozuk. Oran'daki benim, Amerika'daki abimin, Dikmen'deki annemle babamın, hepimizin üst komşu sorunu var. Annemle babamın tepesindekiler Cumartesi diye azmışlar yine, annemin uykusu kaçmış. Moral düzeltmek görevim. Ne bulduysam geçirdim üzerime, soluğu bizimkilerde aldım.

Annem yatakları topluyordu. Evin dört odasında da yatak yapılmış; çalışma, oturma odası farkı ortadan kalkmış. Sessiz oda hangisiyse orada yatılıyor. Herkes için döktü; kızdık, hayretlerimizi dile getirdik. Sonra derdimizi unuttuk, sohbete daldık. Babam "Bakın ne anlatacağım" deyip bir mucizenin hikayesini anlattı. Moralimiz düzeldi.

...


60ların sonu. Ankara'nın Ankara, kitapçıların kitapçı olduğu yıllar. Babam bir sahafta John Payne adında bir oryantalistin üç ciltlik Hafız çevirisinin 1901 basımı iki cildini bulur. Ciltlerden biri eksik diye sahaf çok yüksek olmayan bir fiyat verir, babam da alır kitapları. Çeviriyi çok beğenir, "kimdir bu John Payne" diye araştırmaya başlar. "Okul seni yüksek lisans tezi için British Library'e çalışmaya göndermişti ya, o zaman senden fotokopiler istemiştim ya, John Payne'di onlar," dedi. Babamın bize çekilecek fotokopiler listesi hazırlamasına alışığım da, 1997 yazıydı o, silinmiş gitmiş hafızamdan. Zaman içinde babamın da silinmiş hafızasından John Payne, unutmuş. Araya giren onca yıldan sonra geçen hafta gelmiş aklına ilk defa. Bankaların yurt dışı alışverişlerinde kredi kartlarına yaptığı taksidin internet alışverişlerinde de geçerli olduğunu öğrenir öğrenmez dalmış Amazon.com'a. Oradan ABE Books'a derken, kütüphane perileri kulağına "Hafız Divanı'nın üçüncü cildine bak" diye fısıldamış. Bakmış bulduğu kayıtların hepsi 3 cildin tamamı. Tam vazgeçecekken en altta görmüş aradığını; tek başına, üstelik 1901 basımı bir üçüncü cilt. İnanabiliyor musunuz? Bu hayatta mucizeler oluyor işte. Oluyor.

Bu hikayeden çıkartılacak çok sonuç var tabii: 1) Benim babam iflah olmaz bir kitap delisidir. 2) Birarada olması gereken herkes/her şey er ya da geç biraraya gelir. 3) "Şey"lerin doğru zamanını insan kendisi ayarlayamaz; "şey"ler ancak olacağı zaman olur. 4) Olmayacak işi olduramazsın da olacağın önüne geçemezsin. 5) ABE Books Türkiye'ye göndermediği için babam koca cildi abimin evine yollamış. M.Ali bu yaz da Türkiye'ye içinde sadece "bir şort bir tiiişoort" olan küçük bir el valizi ile hayatta gelemez.

18 Mart 2012 Pazar

Medeniyet Tarihi'nin Hatırlattığı: 12 Levha Yasaları

4+4+4 tartışmaları, beni İ.Ö. 450 yılına, Roma Hukuku'nun kalbi 12 Levha Yasalarına götürdü. Levhaların içeriğini bıraktım, niçin yazıldıklarını hatırladım: Yasaların sadece yasa koyucu sınıf tarafından bilinmesinin yarattığı adaletsizliğin giderilmesi için... Önce ilk 10 sonra son 2 yasa maddesi, kimine göre fildişi kimine göre bakır levhalara kakılmış ve ortalık yere asılmış ki bilmeyen kalmasın. Livy'nin Roma Tarihi'nde anlattığına göre, levhalardaki yasa taslakları kesinleşmeden önce, en doğru süreç takip edilmiş; her vatandaş her bir hususu sessizce kendi incelemiş, sonra arkadaşlarıyla konuşmuş ve nihayet uygun görülen ekleme ve çıkarmaların yapılması için kamuoyu önünde tartışmış. Levhalarda yazanlar ancak bu süreç sonunda yasa olarak kesinleşmiş. İ.Ö. 450 yılında...



Yasaların gizli kalmaması, herkesin erişiminde olması, resmi gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmesi de, çok şükür, 1804 Napoleon Yasaları'ndan beri önce Avrupa sonra dünyanın genelinde insan haklarının ayrılmaz bir parçası olmuş. Korkacak bir durum yok yani. E peki ben o zaman 4+4+4 tartışmalarında niye kendimi İ.Ö. 451 yılına dönmüş, benden bir şey saklanıyormuş, yasanın içeriği erişimimde değilmiş gibi hissediyorum? Niçin okuduğum yetmiyor? Niçin arkadaşlarımla, meslekdaşlarımla, büyüklerimle tartışmama izin verilmiyor? Biz, insanlık olarak o eşikten geçmemiş miydik üstadım Livy?