27 Eylül 2014 Cumartesi

SONBAHAR SUCKS

Sonbahar  gelmişti ve ben bir kedi değildim. Başımı göbeğime gömüp bir güneş kırıntısının⛅ altında kendimi avutamıyordum. Kesip kenara koyamadığım kafamın içindekileri dinlemek, hissettiğim sıkıntı yok olana kadar beklemek zorundaydım. Kırmızı, yeşil, pembe meyvaların sarı, kahverengi, bordoya dönüşüne katlanmak...Her sene gelen bir mevsimin   gelişine neden bu kadar hazırlıksız yakalanıyorduk? Kediler tostoparlak bir kuytuya sığınmışken biz insanlar niye kabak gibi ortadaydık?

18 Mayıs 2014 Pazar

NE ÇOK ACI

Çünkü kaçış odaları yoktu. Kaçamıyorduk.

Bu akıl dışı ortamın tam ortasında aklımızı kaçıracak kadar büyük bir ıstırap ve mantık dışılık ortasında duruyorduk da aklımızı kaçıramıyorduk.

Bir delirsek biz de ne kolay olacak halbuki her şey.

Allahım sen aklıma mukayet olma.

Kulağımda kurtarılan işçinin "Çamurla abdest aldık. Ustabaşı ezan okudu. Kendi cenaze namazımızı kıldık," sözleri gittiğim her yere benimle beraber geliyor.

Başbakan'ın afet bölgesinde vatandaş tokatladığı gerçeği kafamın içinde bir pinpon topu gibi o duvardan bu duvara çarpıyor.

Hayat kaldığı yerden devam etsin, daha fazla aksamasın diye acele ediyorlar.  Halbuki yasını tutmayan, dersini almayan toplumların başına döne döne aynı dert yine gelmiş. Antik dönem bilgeliği bunu söylüyor.

Aklımı kaçıramıyorum.

Kaçış odası yok.

Ka-ça-mı-yo-rum.

15 Şubat 2014 Cumartesi

KADININ BEYANI

Yerleşmesinde zerre katkınız olmayan "kadının beyanı esastır" prensibini de kirlettiniz.

60 kadından 13'ü devlet koruması altındayken öldürülüyor. "Öldürecek beni" diyor kadın inanmıyorsunuz.


Öldürülen kadınların yaşı gittikçe düşüyor. Biz biliyoruz ki kadınları kocaları öldürüyor. Kız çocuklarını evlendirdiğiniz için artık kız çocukları ölüyor. "Evlendirme beni" diyor kız çocuğu ciddiye almıyorsunuz.

Yeni Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı'nın bir fikrinin olduğu tek konu çocuk gelinler olduğu halde...

Daha yeni bir kadının uğradığı tecavüz, kadın alkol almış olduğu için tecavüz sayılmadı. "Alkollü olmam hayır demediğim anlamına gelmez" dese de kim duydu acaba?






"Benim başörtülü bacımın" beyanı esastır diyorsunuz aslında da başörtülü, başörtüsüz bütün kadınları tehlikeye atıyorsunuz.

2 Şubat 2014 Pazar

MILLENNIUM ÜÇLEMESİ

Çok geç kalmış bir yazı bu, biliyorum. Ama ben daha bugün bitirdim Millennium üçlemesini.

Yazdan sonbahara kadar devam eden iyileşme sürecinde başladım birincisine. Aslında çok daha önce ilk defa Betül'ün elinde görmüştüm. Çok ilgilenmemiştim. Bir İngiltere dönüşü havaalanında vakit geçirmem gerektiği için başlık da tanıdık geldiği için Girl With the Dragon Tattoo'yu almıştım da o zaman da şöyle bir evirip çevirmekten öte okumamıştım.  Babamla abim birbirlerinden habersiz okumuya başlamışlar. Sonra fark ettik ki ilk ciltten hepimizde birer tane olmuş, ama aralarında okumayan hala sadece benim. Sonraki ciltleri abim Amerika'dan gelirken getirdi de bir daha 'pişti' duruma düşmedik.




Çok ısrar ettiler. "Özellikle senin mutlaka okuman gerek" dediler. Akıcı başlamıyor kitap ama sonra bir kabarıyor öykü, bir sarmalıyor ki insanı bırakamıyorsun elinden.

İddia ediyorum: Bu kitaplar bizden sonraki nesillerin 1984'ü olacak!

Toplumun dayattığı ahlak anlayışının dışında bir ahlak tanımı çıkıyor bir kere karşımıza. Kahramanların başvurduğu yollar  yasa dışılık sınırını zorlasa da zaman zaman bu alternatif ahlakın dışına asla çıkmıyor. Çekmecesinde iki adamla birlikte olmasının görüntülerini saklamak mı ahlak dışı, kendisine düşmanlık yapmak isteyen birinin evine izinsiz girip başucundaki çekmeceden o görüntüleri çalması mı ahlak dışı? Hackerlık yasa dışı ama istediği herkesin hesabına girebilme kabiliyetini sadece gereksinim duyduğu gizli bilgileri edinmek için kullanmak ahlaklı değil mi?

İlerideki yıllarda devletin nasıl işlediği, nasıl yönetildiğimiz gittikçe daha gizli, daha erişilmez bir bilgi haline gelecek. Üzerimize atılan kurgu suçlarla tutsak düşmek daha da yaygın bir durum haline gelecek. Kadınlar sanal ve gerçek, kişisel ve devlet eliyle işlenen suçların daha fazla kurbanı olmaya devam edecek. O zaman kim gelecek yardımımıza? Lisbeth Salander mi?

Tek çare devletin bireyi değil, bireyin denetlediği bir toplum ve şeffaflık. Sonra değil şimdi istemeliyiz; her aşamada, sürekli...        

25 Ocak 2014 Cumartesi

HAVUZ İKİNCİ KATTAN GÖRÜNMEYECEK MİYMİŞ BARİ

Önce telefonumla sync olunca "gereksiz" diyerek fotoğraflarını sildim blogun. Sonra nedense boşuna yazıyormuş hissine kapıldım. Aylar oldu uğramadım buraya. Ne var ki 17 Aralık'tan beri hissettiklerimi yazmam lazım.

Hani 12 Eylül sonrası Diyarbakır Cezaevinde tutuklulara dışkı yedirilmiş ya...17 Aralık'ta istifa etmekte nazlanan bakanlar, 25 Aralık'ta Yürütme tarafından engellenen yolsuzluk soruşturması da bende dışkı yedirilmiş hissi uyandırıyor. Binlerce polis, yüzlerce hakim ve savcının görev yerlerinin değiştirilmesi, anayasaya aykırı yönetmelik çıkarma, referandum ile daha yeni değiştirilen anayasa maddesinin anayasaya aykırı bir kanun teklifi ile yeniden değiştirilmeye kalkma, TBMM'deki Anayasa Komisyonu'nun "nerden baksan tutarsız nerden baksan ahmakça" nerden baksan anayasaya aykırı o kanun teklifine "anayasaya uygundur" demiş olması bende bana sürekli dışkı yedirmeye çalışıyorlarmış hissi ve iç bulantısı veriyor.




Yer yerinden nasıl oynamaz anlamıyorum. Herkesin konuşmaya başlarken ilk cümlesinin "artık anayasal bir rejim olmadığımızdan" şeklinde başlaması gerekirken hala iyileşmeden, anayasa değişikliğinden, uzlaşmadan bahsediliyor. Halbuki tüm topluma, hepimize dışkı yedirdiler. Suç değil miydi anayasal düzeni bozmak?

Son olarak o ortalıkta dolaşan tapeleri anlayan da beri gelsin. Birbirleriyle nasıl anlaşmışlar, o ne anlam düşüklükleri, özne kaymaları... "Şey" olmayan şey yok. Her şey "şey." Mantık da yok. İkinci kattan görünmeyecek açık havuz olabilir mi? Var mı öyle bir "şey"?