30 Aralık 2010 Perşembe

YENİ YIL HEDİYESİ

vi.sualize.us

Eylül 2007'den başlayan Haziran 2010'a kadar süren ve artık bir dönem değil de hayatımın kendisi sandığım, hiç bir dileğimin gerçekleşmediği, çok üzüldüğüm ama ıslak kirpiklerimin arasından aslında hiç de dilemediğim iyi şeylerin gerçekleştiğini gördüğüm bir karanlıktan çıktım da geldim karşınıza. Başlangıçta çok zordu, sonra insan karanlıkta el yordamıyla önünü görmeye başlıyor. Zihniyeti değişmeye başlıyor yavaş yavaş. Böyle günlerde okuduğum bir blog yazısı bana çok yardımcı oldu; ben de size onu buradan yeni yıl hediyesi olarak iletiyorum. Contemplative Scholar, maalesef artık yazmıyor, biraz dini yönü de olan, küçük bir liberal kolejde felsefe öğreten işi başından aşkın bir profesör. Ben zaten bu blogu hayatını organize etme, strese girmeden işlerini bitirme/düzene koyma sorgulamalarım sırasında buldum. Diyor ki;

But I also like to think my life as a work of art. There is an art to creating a good day. What does a good day look like to you? We are taught to think that good days just happen to us, occasionally, and for reasons beyond our control. But the truth is, our days are mostly shaped by our own actions. Yes, other things happen to us, but it is our own responses to the unpredictable events in our lives that really makes a difference. It is possible to deal with good fortune badly; but it is also possible to deal with tragedy well.

Much in our lives is beyond our control, but what is within our control matters enormously. No matter how much our lives feel driven by the unpredictables of life, or by our own demanding schedules, at every moment there is a "space of choices."

İyi yıllar, mutlu anlar...

2011'e DİLEKLER #2

Artık sakinleşip, tam yerimi bilip oturacakken içimi kıpır kıpr yapan hissin ne olduğunu anlamak, gereğini yapmak, yeni bir şeyler öğrenme vakti geldiyse onu öğrenebilmek...

For thirty-somethings from Murakami: "Still young enough, though no longer a young (wo)man...That age may be a kind of crossroads in life. That was the age when I began my life as a runner, and it was my belated, but real, starting point as a novelist."



28 Aralık 2010 Salı

OKUDUM: BALYOZ, BİR DARBE KURGUSUNUN BELGELERİ VE GERÇEKLER

Siz de okuyun. Çetin Doğan'ın kızı ve damadı, Pınar Doğan ve Dani Rodrik yazmış. Asker sevmiyorsanız da, darbe girişimleriden eminseniz de bu davada 196 kişi yargılanıyor; toplum vicdanı. Okuyun lütfen.


Benim burada bu kitapta bahsetme nedenim -verilen çelişkili delil örnekleri ibretlik ama onlar değil- bir paragrafa denk geldim. Uzun zamandır hissettiğim ama Orwell'in 1984'ünü okumamış olduğumdan adını koyamadığım bir Türkiye olgusunu açıkladı bana. Gerçekten de durum budur:

George Orwell'in "1984" romanında devlet, kendi realitesini halka empoze etmek için yeni bir lisan icat eder. Lisanın amacı insanların düşüncelerini kısıtlamak ve yönlendirmektir. Zaman ve benzer yayın organları Türkiye'yi de neredeyse böyle bir konuma getirdiler. Bu yayın organlarının Türkçe'sinde terimler anlam karşılıklarıyla tam zıt şekilde kullanılıyor. "Güzel" aslında çirkin, "doğru" aslında yalan oluyor.

Dezenformasyondan şikayet ettikleri an kendilerinin dezenformasyon yaptıklarından emin olabiliyoruz. Hukuk dediklerinde hukuksuzluğu savunuyorlar. Demokrasiden bahsettikleri zaman anti-demokratik yöntemler dahil olmak üzere her şekilde kendi iradelerini kabul ettirmeyi amaçlıyorlar. (syf. 123)

Evet. Bu ülkede hukuk, özgürlük, hak, eşitlik, demokrasi gibi kelimeler zıt anlamlarıyla kullanılmaya başlandı. Dikkat.

25 Aralık 2010 Cumartesi

ANKARA'DA CERMODERN

Ankara'dan benim gibi vazgeçmiş ama İstanbul'da yaşayamayacakları için yine de O'na sığınmış olanlar!

Ankara'nın bilinçli bir şekilde "bozkırdaki kasaba" günlerine geri döndürüldüğüne inananlar!

Kavaklıdere'deki üzüm bağlarını, ayakkabıları boyayan kızıl toprağını hatırlayanlar!

Sokağa çıktığında "Ben sana öyle mi dedim, şerefsiz" "Eşek gibi yapacaksın dediğimi amk" benzeri sözler duymadan adım atamayanlar!

CerModern'e gidin...



İçeri adımını attığı andan itibaren hangi Ankara'da yaşadığını unutuyor insan. Eski cer atölyelerinin restore edilmesi sonucu ortaya çıkan CerModern, devasa borular, taş sütunlar ve pencerelerinden görünen Cumhuriyet binaları manzarası ile sizi İ.Melih'siz bir Ankara'da yaşadığınıza inandırıyor.



CerModern'de Nisan'a kadar Ziraat Bankası'nın resim sergisi var. Eşref Üren, Hikmet Onat, İbrahim Çallı, İbrahim Safi, Fikret Mualla, Abidin Dino, Adnan Turani, Nuri İyem (meraklısına Bedri Baykam) birarada! Üç tane de Melling gravürü var.



Kafesini Divan işletiyor. Çengelhan'daki gibi değil, fiyatlar daha uygun. Espresso (5TL) nefis, pizza ince hamurlu (13TL), brownie hafif (6TL). Öğrenciler kafeyi es geçse de müzeyi geçmesin; giriş parasız!


Bir de benim gibi geridönüşümlü ürün kullanan minimalist Muji'yi sevenler! CerModern'in hediye dükkanı Ankara'da Muji satan tek yer. Kırtasiye ve aksesuarlar biz oradayken paketlerinden yeni çıkıyordu. Ben kendime bir tane Rescued Kimono Purse aldım; cüzdanın eskimiş bir kimonodan dönüştürülmüş olmasını çok sevdim.



Not: Yalnız tabii müzeyi birlikte gezdiğim şu iki koca kazığın (biri mimar, diğeri mimar/sanat tarihçisi) gördükleri her natürmort'a natürzort diyip yerlere yattığını da belirtmek isterim.


21 Aralık 2010 Salı

EĞİTİM, İSTİHDAM, SEN, BEN...


Geçen hafta, ecnebi basında yüksek eğitimin ve üniversite mezunlarının geleceğinin tehlikede olduğuna dair yazılar okudum arka arkaya. Avrupa'da böyle, Amerika'da böyle, bizde belki ezelden beri böyle. Ama 2008 krizinden sonra her şey daha bir endişe verici hal aldı. Hem yüksek öğrenim hem istihdam piyasası çok bilinçli tercihleri, doğru hesaplanmış alternatif (fırsat/vazgeçme) maliyetleri, yerinde kararları talep ediyor. Bu konunun uzmanı değilim ama düşündüklerim, hem de uzun uzun düşündüklerim var. Daha önce bir yazı yazmıştım, şimdi bir tane daha yazıyorum.

UNESCO'ya göre önümüzdeki 30 yıl içerisinde tarih boyunca mezun olmuş olanların toplamından daha fazla sayıda insan üniversitelerden mezun olacak. Bu durumda lisans diplomalarının bir anlamı kalmamış olacak ki zaten günümüzde çoğu çok anlamlı kağıt parçaları sayılmıyor. Türkiye'de 150'yi aşkın üniversitenin dörtte üçü mezuniyet sonrası istihdam piyasasında kabul görecek belge dağıtmıyor aslında. İyi üniversiteler de her yıl o kadar çok mezun veriyor ki hepsinin mezun olduğu yıl iş bulması mümkün değil. Sonuçta üniversite mezunu öğrenciler, işe alınabilirliklerini arttırmak için yüksek lisans ve doktora yapmaya yöneliyor.

1998-2006 yılları arasında OECD ülkelerinde doktora yapanların sayısı %40 artmış. Japonya'da bu rakam, genç nüfusun hızla azalmasına rağmen %46. Ancak doktora programları ayrı bir tuzak. Özel sektörün istediği uzmanlığı hiç bir şekide kazandırmıyor. Akademik olma hayalleri kuranların önünde kadro, fon, kalite ve ayrımcılık engelleri duvar. Amerika'da örneğin akademik kadrolar her yıl %5 artsa -ki artmıyor, doktora derecesi alanların sadece %20'si istihdam edilebiliyor. Belçika'da doktora derecesi alanların %45'i mezun olduktan beş yıl sonra hala yarı zamanlı, geçici üniversite işlerinde çalışıyor. Bizde rakamlar mevcut olmadığı için durumun ciddiyetini henüz ölçemiyor, sadece hissediyoruz. Geçen aylarda Türkiye İstatistik Kurumu, yüksek lisans ve doktora yapanlar arasında yanıtlamamanın 3000 lira ceza ile sonuçlanabileceği bir anket yaptı. Sonucu merakla bekliyorum.

Bir blog yazısı bundan uzun olmaz deyip şimdilik lafın ortasında bırakıyorum. Bu konuya yeni istihdam stratejileri ve doktora yapma nedenleri/yapmama gereği ile geri döneceğim.

12 Aralık 2010 Pazar

2011'e DİLEKLER #1


Zamanı planlamayı, daha az tüketmeyi, hayatı basitleştirmeyi, eşya ve işleri biriktirmemeyi öğrenmek

4 Aralık 2010 Cumartesi

NTV TARİH, DİPLOMASİ VE WIKILEAKS

Diplomasi yazım bu ayki NTV Tarih'te yayımlandı ve WikiLeaks gündemine düştü. Yazı aslında geçen bahardaki monşer tartışmaları için yazılmıştı ama başka gündem konularından kendine yer bulamamıştı. Demek ki yazıların da insanlar gibi bir kaderi ve herşeyin ama herşeyin bir zamanı var.


Diplomasi tarihi dersi verdiğim ve diplomasinin hangi aşamalardan geçerek bugüne geldiğini az çok bildiğim için ben sızan belgelerin içeriğine hiç şaşırmadım. Devletlerarası ilişkilerden söz ediyor olsak da elimizdeki malzeme insan; günahıyla sevabıyla, iradesiyle zaafıyla. Bu diplomasiyi bugün yıksanız, yarın sıfırdan yeni diplomasi yapsanız varacağınız nokta yine budur. Diplomasinin tamamı dedikodu değil elbet ama muhatabınızın iyi şaraba düşkünlüğü, serveti, cinsel tercihi, düşkün olduğu dolmakalem markası altın kıymetinde bilgidir.

Beni asıl dehşete düşüren, bu boyutta gizli bilginin sızdırılabildiği ve bu kadar çok sayıda alakasız insanın erişimine sunulabildiği çılgın bir teknoloji çağında yaşadığımıza bir kere daha aymış olmak. Şeffaflıktan yana biri olarak, üstelik çok ama çok az doğru bilginin dolaşımda olduğu sır dolu bir ülkenin güven(ce)siz vatandaşı olarak kendimin de WikiLeaks'i "yaşasın halkın bilgilendirilme hakkı" diye alkışlamamı beklerdim. Ama alkışlayamadım; şeffaf adaletleri kendinden menkul birilerinin ellerine böylesi kontrolsüz bir güç geçirmiş olmalarından hoşlanmadım.