tag:blogger.com,1999:blog-22923935177924303732024-03-18T20:43:43.545-07:00A Peripatetic PerspectiveMy Prolonged Quest for Peace, Sanity, and Stabilityperipatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.comBlogger205125tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-29697304690840907192014-09-27T06:51:00.001-07:002014-09-27T06:51:23.090-07:00SONBAHAR SUCKS<span class="Apple-style-span" style="color: #141823; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19px;">Sonbahar </span><span class="Apple-style-span" style="color: #141823; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19px;"><i class="_4-k1 img sp_LWp1MpKGrs1 sx_da75c2" style="background-image: url(https://static.xx.fbcdn.net/rsrc.php/v2/yP/r/90b8T5aM1AH.png); background-position: 0px -659px; background-repeat: no-repeat no-repeat; background-size: auto; display: inline-block; height: 16px; vertical-align: -3px; width: 16px;"></i></span><span class="Apple-style-span" style="color: #141823; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19px;"> </span><span class="Apple-style-span" style="color: #141823; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19px;">gelmişti ve ben bir kedi değildim.</span><span class="Apple-style-span" style="color: #141823; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19px;"> </span><span class="Apple-style-span" style="color: #141823; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19px;">Başımı göbeğime gömüp bir güneş kırıntısının⛅ altında kendimi avutamıyordum. Kesip kenara koyamadığım kafamın içindekileri dinlemek, hissettiğim sıkıntı yok olana kadar beklemek zorundaydım. Kırmızı, yeşil, pembe</span><span class="Apple-style-span" style="color: #141823; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19px;"> </span><span class="Apple-style-span" style="color: #141823; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19px;"></span><span class="Apple-style-span" style="color: #141823; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19px;">meyvaların sarı, kahverengi, bordoya</span><span class="Apple-style-span" style="color: #141823; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19px;"> dönüşüne katlanmak...Her sene gelen bir mevsimin </span><span class="Apple-style-span" style="color: #141823; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19px;"><i class="_4-k1 img sp_LWp1MpKGrs1 sx_da75c2" style="background-image: url(https://static.xx.fbcdn.net/rsrc.php/v2/yP/r/90b8T5aM1AH.png); background-position: 0px -659px; background-repeat: no-repeat no-repeat; background-size: auto; display: inline-block; height: 16px; vertical-align: -3px; width: 16px;"> </i></span><span class="Apple-style-span" style="color: #141823; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19px;"> </span><span class="Apple-style-span" style="color: #141823; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19px;">gelişine neden bu kadar hazırlıksız yakalanıyorduk? Kediler </span><span class="Apple-style-span" style="color: #141823; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19px;">tostoparlak bir kuytuya sığınmışken biz insanlar niye kabak gibi ortadaydık?</span>peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-73476959172094696642014-05-18T02:13:00.001-07:002014-05-18T02:14:34.305-07:00NE ÇOK ACIÇünkü kaçış odaları yoktu. Kaçamıyorduk.<br />
<br />
Bu akıl dışı ortamın tam ortasında aklımızı kaçıracak kadar büyük bir ıstırap ve mantık dışılık ortasında duruyorduk da aklımızı kaçıramıyorduk.<br />
<br />
Bir delirsek biz de ne kolay olacak halbuki her şey.<br />
<br />
Allahım sen aklıma mukayet olma.<br />
<br />
Kulağımda kurtarılan işçinin "Çamurla abdest aldık. Ustabaşı ezan okudu. Kendi cenaze namazımızı kıldık," sözleri gittiğim her yere benimle beraber geliyor.<br />
<br />
Başbakan'ın afet bölgesinde vatandaş tokatladığı gerçeği kafamın içinde bir pinpon topu gibi o duvardan bu duvara çarpıyor.<br />
<br />
Hayat kaldığı yerden devam etsin, daha fazla aksamasın diye acele ediyorlar. Halbuki yasını tutmayan, dersini almayan toplumların başına döne döne aynı dert yine gelmiş. Antik dönem bilgeliği bunu söylüyor.<br />
<br />
Aklımı kaçıramıyorum.<br />
<br />
Kaçış odası yok.<br />
<br />
Ka-ça-mı-yo-rum. peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-52404024394794454672014-02-15T22:58:00.001-08:002014-02-15T22:58:58.531-08:00KADININ BEYANIYerleşmesinde zerre katkınız olmayan "kadının beyanı esastır" prensibini de kirlettiniz.<br />
<br />
60 kadından 13'ü devlet koruması altındayken öldürülüyor. "Öldürecek beni" diyor kadın inanmıyorsunuz.<br />
<br />
<br />
Öldürülen kadınların yaşı gittikçe düşüyor. Biz biliyoruz ki kadınları kocaları öldürüyor. Kız çocuklarını evlendirdiğiniz için artık kız çocukları ölüyor. "Evlendirme beni" diyor kız çocuğu ciddiye almıyorsunuz.<br />
<br />
Yeni Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı'nın bir fikrinin olduğu tek konu çocuk gelinler olduğu halde...<br />
<br />
Daha yeni bir kadının uğradığı tecavüz, kadın alkol almış olduğu için tecavüz sayılmadı. "Alkollü olmam hayır demediğim anlamına gelmez" dese de kim duydu acaba?<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLaFQ1KxF4f6sy8FkPdgliBF3QAHLkD4jURWrbsgP3BRCUao3TL6xp6Ur0iVidjRcYhvz-wow124LZCmMigrCERkAcYDEZCEziabjdCv6yplAlRFtQdt5jsNsUxa_JK9aZRA33EbLXIDEA/s1600/d9cac008f3fc912a1f409039d0eb2ea5.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLaFQ1KxF4f6sy8FkPdgliBF3QAHLkD4jURWrbsgP3BRCUao3TL6xp6Ur0iVidjRcYhvz-wow124LZCmMigrCERkAcYDEZCEziabjdCv6yplAlRFtQdt5jsNsUxa_JK9aZRA33EbLXIDEA/s1600/d9cac008f3fc912a1f409039d0eb2ea5.jpg" height="400" width="271" /></a></div>
<br />
<br />
<br />
"Benim başörtülü bacımın" beyanı esastır diyorsunuz aslında da başörtülü, başörtüsüz bütün kadınları tehlikeye atıyorsunuz. <br />
<br />peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-60307519751007215662014-02-02T07:42:00.003-08:002014-02-02T07:42:58.344-08:00MILLENNIUM ÜÇLEMESİÇok geç kalmış bir yazı bu, biliyorum. Ama ben daha bugün bitirdim Millennium üçlemesini.<br />
<br />
Yazdan sonbahara kadar devam eden iyileşme sürecinde başladım birincisine. Aslında çok daha önce ilk defa Betül'ün elinde görmüştüm. Çok ilgilenmemiştim. Bir İngiltere dönüşü havaalanında vakit geçirmem gerektiği için başlık da tanıdık geldiği için Girl With the Dragon Tattoo'yu almıştım da o zaman da şöyle bir evirip çevirmekten öte okumamıştım. Babamla abim birbirlerinden habersiz okumuya başlamışlar. Sonra fark ettik ki ilk ciltten hepimizde birer tane olmuş, ama aralarında okumayan hala sadece benim. Sonraki ciltleri abim Amerika'dan gelirken getirdi de bir daha 'pişti' duruma düşmedik.<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqgaUTeAXbOgLX0I6Mc12n778aumHnn0VuoVymF_jU5F89VX0p_xoYhbkPxNc2lxs7AxXx6WzfI0Gk8fMwc1aYFzQI8XrjD6gadrBLAcRQ8-Y34vBygkIsdzCRrMa6lOiInaE9at_olOrn/s1600/Unknown.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqgaUTeAXbOgLX0I6Mc12n778aumHnn0VuoVymF_jU5F89VX0p_xoYhbkPxNc2lxs7AxXx6WzfI0Gk8fMwc1aYFzQI8XrjD6gadrBLAcRQ8-Y34vBygkIsdzCRrMa6lOiInaE9at_olOrn/s1600/Unknown.jpeg" height="308" width="400" /></a></div>
<br />
<br />
Çok ısrar ettiler. "Özellikle senin mutlaka okuman gerek" dediler. Akıcı başlamıyor kitap ama sonra bir kabarıyor öykü, bir sarmalıyor ki insanı bırakamıyorsun elinden.<br />
<br />
İddia ediyorum: Bu kitaplar bizden sonraki nesillerin 1984'ü olacak!<br />
<br />
Toplumun dayattığı ahlak anlayışının dışında bir ahlak tanımı çıkıyor bir kere karşımıza. Kahramanların başvurduğu yollar yasa dışılık sınırını zorlasa da zaman zaman bu alternatif ahlakın dışına asla çıkmıyor. Çekmecesinde iki adamla birlikte olmasının görüntülerini saklamak mı ahlak dışı, kendisine düşmanlık yapmak isteyen birinin evine izinsiz girip başucundaki çekmeceden o görüntüleri çalması mı ahlak dışı? Hackerlık yasa dışı ama istediği herkesin hesabına girebilme kabiliyetini sadece gereksinim duyduğu gizli bilgileri edinmek için kullanmak ahlaklı değil mi?<br />
<br />
İlerideki yıllarda devletin nasıl işlediği, nasıl yönetildiğimiz gittikçe daha gizli, daha erişilmez bir bilgi haline gelecek. Üzerimize atılan kurgu suçlarla tutsak düşmek daha da yaygın bir durum haline gelecek. Kadınlar sanal ve gerçek, kişisel ve devlet eliyle işlenen suçların daha fazla kurbanı olmaya devam edecek. O zaman kim gelecek yardımımıza? Lisbeth Salander mi?<br />
<br />
Tek çare devletin bireyi değil, bireyin denetlediği bir toplum ve şeffaflık. Sonra değil şimdi istemeliyiz; her aşamada, sürekli... peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-71762015786982999222014-01-25T23:06:00.000-08:002014-01-25T23:06:41.323-08:00HAVUZ İKİNCİ KATTAN GÖRÜNMEYECEK MİYMİŞ BARİ Önce telefonumla sync olunca "gereksiz" diyerek fotoğraflarını sildim blogun. Sonra nedense boşuna yazıyormuş hissine kapıldım. Aylar oldu uğramadım buraya. Ne var ki 17 Aralık'tan beri hissettiklerimi yazmam lazım.<br />
<br />
Hani 12 Eylül sonrası Diyarbakır Cezaevinde tutuklulara dışkı yedirilmiş ya...17 Aralık'ta istifa etmekte nazlanan bakanlar, 25 Aralık'ta Yürütme tarafından engellenen yolsuzluk soruşturması da bende dışkı yedirilmiş hissi uyandırıyor. Binlerce polis, yüzlerce hakim ve savcının görev yerlerinin değiştirilmesi, anayasaya aykırı yönetmelik çıkarma, referandum ile daha yeni değiştirilen anayasa maddesinin anayasaya aykırı bir kanun teklifi ile yeniden değiştirilmeye kalkma, TBMM'deki Anayasa Komisyonu'nun "nerden baksan tutarsız nerden baksan ahmakça" nerden baksan anayasaya aykırı o kanun teklifine "anayasaya uygundur" demiş olması bende bana sürekli dışkı yedirmeye çalışıyorlarmış hissi ve iç bulantısı veriyor.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgHahppxsNaA6C5c9pFQQ5eFL_a3DgNdIpJs7x1Tj8Fb8eA8bMnAXZ2EHoWRVq5CMPofWhGjWGXXr1dRvLCXGtoMGnpel_jnvXHxOrvUbNG05rpTsH35OM1XFVRCZz8G17U4W1hBpW0kt2W/s1600/460x.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgHahppxsNaA6C5c9pFQQ5eFL_a3DgNdIpJs7x1Tj8Fb8eA8bMnAXZ2EHoWRVq5CMPofWhGjWGXXr1dRvLCXGtoMGnpel_jnvXHxOrvUbNG05rpTsH35OM1XFVRCZz8G17U4W1hBpW0kt2W/s1600/460x.jpg" height="267" width="400" /></a></div>
<br />
<br />
<br />
Yer yerinden nasıl oynamaz anlamıyorum. Herkesin konuşmaya başlarken ilk cümlesinin "artık anayasal bir rejim olmadığımızdan" şeklinde başlaması gerekirken hala iyileşmeden, anayasa değişikliğinden, uzlaşmadan bahsediliyor. Halbuki tüm topluma, hepimize dışkı yedirdiler. Suç değil miydi anayasal düzeni bozmak?<br />
<br />
Son olarak o ortalıkta dolaşan tapeleri anlayan da beri gelsin. Birbirleriyle nasıl anlaşmışlar, o ne anlam düşüklükleri, özne kaymaları... "Şey" olmayan şey yok. Her şey "şey." Mantık da yok. İkinci kattan görünmeyecek açık havuz olabilir mi? Var mı öyle bir "şey"? peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-7079082936304511952013-10-04T23:02:00.001-07:002013-10-11T23:08:33.749-07:00SÖZSöylenenlerdeki nüansları algıla(ya)mayıp tartışmayı rahatlık alanına çekebilmek için gerçekte dile getirilmek istenenin yok sayılmasına alışmış olmak gerek halbuki. Tanıdığım akıllı insanlar bu yüzden yavaş yavaş elini eteğini çekiyorlar tartışmalardan.<br />
<br />
Önyargılarımız kadarız, ötesi yok. Aristo'ya göre insanoğlu etkileşime, tartışmaya mahrum kalmamak için girer. Biz insanları düşündüğünden mahrum bırakmak için giriyoruz. <br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7OrvMWi_NeDP7Mkp3kYIWq2VG72zJc8v_cbizwd3PWSOGNmHjeDybQcb7ATD5rh8lCe6dpfOUmxE-nKrAsPaFN7lJ7fUlEPHoYDnem9N2c35fUUxplWCPRvFB4wruNWyBPxUWI0D2cLPF/s1600/At0id_QCEAISe1P.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7OrvMWi_NeDP7Mkp3kYIWq2VG72zJc8v_cbizwd3PWSOGNmHjeDybQcb7ATD5rh8lCe6dpfOUmxE-nKrAsPaFN7lJ7fUlEPHoYDnem9N2c35fUUxplWCPRvFB4wruNWyBPxUWI0D2cLPF/s320/At0id_QCEAISe1P.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-69520707591754821462013-08-23T13:29:00.001-07:002013-08-23T13:30:03.161-07:00ANKARA'YA DÖNÜŞ/BİR ANKARA ÖYKÜSÜ<!--[if gte mso 9]><xml>
<o:DocumentProperties>
<o:Template>Normal.dotm</o:Template>
<o:Revision>0</o:Revision>
<o:TotalTime>0</o:TotalTime>
<o:Pages>1</o:Pages>
<o:Words>578</o:Words>
<o:Characters>3122</o:Characters>
<o:Company>caatac@gmail.com</o:Company>
<o:Lines>48</o:Lines>
<o:Paragraphs>4</o:Paragraphs>
<o:CharactersWithSpaces>4047</o:CharactersWithSpaces>
<o:Version>12.0</o:Version>
</o:DocumentProperties>
<o:OfficeDocumentSettings>
<o:AllowPNG/>
</o:OfficeDocumentSettings>
</xml><![endif]--><!--[if gte mso 9]><xml>
<w:WordDocument>
<w:Zoom>0</w:Zoom>
<w:TrackMoves>false</w:TrackMoves>
<w:TrackFormatting/>
<w:PunctuationKerning/>
<w:DrawingGridHorizontalSpacing>18 pt</w:DrawingGridHorizontalSpacing>
<w:DrawingGridVerticalSpacing>18 pt</w:DrawingGridVerticalSpacing>
<w:DisplayHorizontalDrawingGridEvery>0</w:DisplayHorizontalDrawingGridEvery>
<w:DisplayVerticalDrawingGridEvery>0</w:DisplayVerticalDrawingGridEvery>
<w:ValidateAgainstSchemas/>
<w:SaveIfXMLInvalid>false</w:SaveIfXMLInvalid>
<w:IgnoreMixedContent>false</w:IgnoreMixedContent>
<w:AlwaysShowPlaceholderText>false</w:AlwaysShowPlaceholderText>
<w:Compatibility>
<w:BreakWrappedTables/>
<w:DontGrowAutofit/>
<w:DontAutofitConstrainedTables/>
<w:DontVertAlignInTxbx/>
</w:Compatibility>
</w:WordDocument>
</xml><![endif]--><!--[if gte mso 9]><xml>
<w:LatentStyles DefLockedState="false" LatentStyleCount="276">
</w:LatentStyles>
</xml><![endif]-->
<!--[if gte mso 10]>
<style>
/* Style Definitions */
table.MsoNormalTable
{mso-style-name:"Table Normal";
mso-tstyle-rowband-size:0;
mso-tstyle-colband-size:0;
mso-style-noshow:yes;
mso-style-parent:"";
mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt;
mso-para-margin:0cm;
mso-para-margin-bottom:.0001pt;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:12.0pt;
font-family:"Times New Roman";
mso-ascii-font-family:Cambria;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:"Times New Roman";
mso-fareast-theme-font:minor-fareast;
mso-hansi-font-family:Cambria;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;}
</style>
<![endif]-->
<!--StartFragment-->
<br />
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="font-family: Courier; font-size: 11.0pt; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">DENİZSİZ ŞEHİR<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Courier; font-size: 15px; line-height: 22px;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Courier; font-size: 15px; line-height: 22px;">Tuhaf şey şu moda. Eğer bu yaz da görev bilip
baştan ayağa vitrinlerdeki kıyafetlere bürünmeye karar verirsek bu denizsiz
şehirde her birimiz tekne sahibi kaptanlar gibi dolaşacağız. Dört bir yanda
sapları denizci halatından çantalar, dümen armalı, polo yaka lacivert beyaz
çizgili t-shirtler, akşamüstü serinliğinde denizin üşüttüğü ayaklar için
loaferlar...Denizi olmayan şehirde kaptan gibi dolaşma modası geçip karasal
iklime geri dönüldüğünde, eskilerimizi mahallenin parkında sabahtan akşama kağıttan
kayık yüzdüren Deli Ferit’e veririz artık. Denizsiz bir şehirde her güne “vira
bismillah” diye başlama inadının bir ödülü olmalı...</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Courier; font-size: 15px; line-height: 22px;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Courier; font-size: 15px; line-height: 22px;">Nene Hatun’dan rüzgaraltı indiğinde bir deli
kaptan da Arjantin Caddesi’nde oturur. Dört bir yanını saran kafelerden kabaran
gürültü ve trafik dalgalarının ortasına demirlenmiş bahçe içindeki iki katlı
ev, Cüneyt Bey’in gemisidir. İki kızını büyütüğü, karısı Solmaz’la beraber
kocayıp torun torbaya karıştığı bu evi, etrafındaki yaşam alanının değişip dönüşmesine,
fakirleşip gasp edilmesine rağmen terk etmemiştir Cüneyt Bey. Sabahları güneşle
beraber uyanır, bahçesinde durup sanki geminin güvertesindeymişçesine dimdik,
havayı koklar. İşte, günün o kör aydınlığında karşılaşırız biz. Solmaz Hanım
uykusuna düşkündür; geç kalkar. O uyurken geçenleri Cüneyt Bey, martı selamlar
gibi selamlar. Patronun iki günlük tozu olan arabaya binemeyeceğinden korkan,
her sabah yokuş aşağı kovalarca deterjanlı su dökmeye meraklı şöför hariç. Onu
uğursuz sayar, söver durur arkasından.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Courier; font-size: 15px; line-height: 22px;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Courier; font-size: 15px; line-height: 22px;">Bir bakan beyin sabah uykusunu bozuyor diye, Gazi
Osman Paşa’yı Tunalı Hilmi’ye bağlayan o güzelim Kırlangıç Sokak’ın denizin
dibindeki soğuk su akıntısı gibi aşağıya inen trafiğinin bir gecede yukarı çıkmaya
başlaması da uzaklaştırmamıştır Cüneyt Kaptan’ı bu denizi olmayan şehirden.
Alabildiğine orsa seyretmek mümkünmüş gibi, balçıkta saplanıp kalmış gibi değil
de köpük köpük süzülüyormuş gibi, gizli bir neşeyi her zaman korurdu. Bu
şehirde yaşamanın artık çöplükte eşiniyor olmaya denk geldiği bu günlerde neyin
neşesi bu diye kızıp sabahları sadece “merhaba” deyip yoluma devam edeyim
istedim bir ara. Onun devasa cüssesini sarsan kahkahalarına içerlerken içerlerken
fark ettim; denize açılmak deniz gerektiren bir eylem falan değil besbelli.
Kafanın yattığı, içinin aldığı her yere götürürsün denizi. Pencerelerin lumboz,
evin girişi pasarella olur. Perdeleri yelken misali ister basar ister
toplarsın.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Courier; font-size: 15px; line-height: 22px;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Courier; font-size: 15px; line-height: 22px;">Filistin Sokak’ın sonundan sağa döndüğümde bu
sabah da ufukta göründü işte Cüneyt Bey. Ekose bermudasının üstüne giydiği,
düğmelerini yaz günlerinde hiçbir zaman iliklemediği beyaz gömleği sabah
esintisinde uçuşuyor. Yokuş aşağı deterjanlı suyun aktığına, o malum siyah
makam arabasının ortada olmadığına bakılırsa yine kovmuş işgüzar şöförü. Durup
onunla konuşmadan önce evin karşısındaki kafeden kahve alıyorum. Sohbetimize
her seferinde aynı takılma ile başlıyoruz. Kendim şeker olduğum için kahvemi
şekersiz içiyor olmalıyım, yoksa bu meret şekersiz, sütsüz tövbe konmaz ağıza.
Kahvenin tadını seviyor olmam, başka tatlarla karıştırmak istemiyor olmam mazur
gösteriyor elimdeki zehir gibi simsiyah, hafif yanık kokan içeceği. Her sabah
olduğu gibi bu sabah da, bir hayırsızı tutkuyla sevmenin, yani bu şehirde
yaşamanın ne olduğunu bilenlerin sessiz dayanışması içindeyiz. Sırtımızı yola
dönüyoruz. Bana ıhlamur ağaçlarını gösteriyor. Bir zararlı dadanmış, oradan
güllere sıçramasından korkuyor.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Courier; font-size: 15px; line-height: 22px;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Courier; font-size: 15px; line-height: 22px;">Ne olduğunu anlamıyoruz. Metalik bir çat sesi
geliyor arkamızdan. Üzerinde durduğumuz kumdan zemin sarsılıyor. Can havli
dönüyoruz. Gül tarhının ortasında ters yatmış arabanın tekerlekleri dönüyor
hala. Yokuş aşağı akan deterjanlı suda kaymış olmalı. Sabah suyu bereketinde
duayla, selamla, neşeyle çıktığımız balıkta ağımıza bir yavru yunus vurmuş gibi
elimiz böğrümüzde kala kalıyoruz.</span></div>
<!--EndFragment-->peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-89092805862386871162013-08-10T23:47:00.003-07:002013-09-10T06:49:12.763-07:00KINDLE'LA İMTİHANIMAkademik, yarı akademik bir sürü yazı yayımlattım ama yayımlatamadığım yazılarımdan da buradan Cabo da Roca'ya yol olur veya bir arkadaşımın deyimiyle "evin duvarları kaplanır." İyi olmayanlar vardır arasında mutlaka ama bazıları içimde ciddi anlamda kanayan yaradır. Yazıların da kısmeti var gerçekten ve evine, yuvasına ulaştırmak gerekiyor. Yanlış zamanda yanlış ellere düşüp p/hiç oluyorlar. Şu anda elimde öyle "bastard article of mine" diye sevdiğim ve adam etmeye çalıştığım bir makale var mesela. Umarım yuvasını bulur. <br />
<br />
Kindle yazısına böyle başlamam biliyorum, çok acayip. Ama yuvasına nedense göndermeyi başaramadığım yazılarımdan bir tanesi de Kindle ile ilgiliydi. 2010 yılında Los Angeles dönüşünde yazmıştım. Orada kaldığım süre boyunca e-kitapa geçiş ile ilgili o kadar çok şey okumuştum, konu üzerine o kadar çok düşünmüştüm ki yazmasam olmayacaktı. Üstelik ben kitap sayısının ve yayılmasının (bibliophilia'dan değil mania'dan bahsediyorum) yaşayanlar üzerinde travmatik etki bıraktığı bir evden canını zor kurtarmış biri olarak herkesten çok elektroniğe taraftardım. Sonuç olarak değişik bir şeyler söyleyebilirdim.<br />
<br />
Yazıyı önce bilmemne kitap ekine gönderdim. Cık! Kara delik. Yanıt çıkmadı. Daha sonra bir başka bilmemne kitap ekine daha, bu sefer editörünü tanıyan bir arkadaşımın aracılığıyla gönderdim. Oradan da olumsuz yanıt geldi. Editör "Çok ilginç bir yazı ama burada anılar ve düşünceler var. Ünlü olmayan birinin anıları ve düşüncelerini basamam" diyordu.<br />
<br />
Neyse zaten ortalık e-kitap yazılarından geçilmediği bugünlerde bir önemi kalmadı diyeceğim ama yukarıdaki girişi yaptığıma göre kalmış. Bu arada ben tabii e-kitaba geçtim. Kendisine aşka yakın hisler beslediğim bir Kindle Fire HD'nin coşkulu sahibiyim.<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-emfsWZAn3wY/UgczO9_hExI/AAAAAAAAA7Y/vNOFvy0W_Gw/s1600/20130810_221634.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="http://1.bp.blogspot.com/-emfsWZAn3wY/UgczO9_hExI/AAAAAAAAA7Y/vNOFvy0W_Gw/s400/20130810_221634.jpg" width="300" /></a></div>
<br />
<br />
Kindle bana geldiğinden beri Amazon'a iki kere ütüldüm: 1) Foreign Affairs üyeliğim mükerrer oldu, yanlışlıkla. Elim erip de hala düzeltemedim. 2) Aslında akademik olarak kullanacağım ve ilgi alanıma doğrudan girdiği için kendisini satın almam gereken kitabı bir an önce okuma dürtüsü ile indirince bir de gördüm ki sayfa numaraları yok. Alıntı yapamayacaksam o kitabı okumama ne gerek var!<br />
<br />
<br />
Bu iki olay haricinde -ki aslında birinde Amazon'un hiç suçu yok- tahtalara vuralım her şey yolunda gidiyor. Hep hayal ettiğim gibi, canının istediği her kitabı okuyorsun ama sadece sahip olmak istediklerine sahip oluyorsun. Geçen 8 ay içerisinde 2 tane mi ne gerçek kitap satın aldım. Yakın gelecekte de sahip olmak istediğim bir kitap gözükmüyor.<br />
<br />
En çok Dan Brown'un Inferno'suna önalış yaptığım için mutlu oldum. Mayis'ta bir sabah uyandım, yattığım yerden baktığımda Kindle'imdaydı. Okumaya başladım ama ateşli olduğum günlere denk geldi, Inferno imgeleri ateş kabuslarıyla birleştiği için bitiremedim.<br />
<br />
Bu ara yoga, wabi sabi ve hayatı basitleştirmek üzerine okumak istiyorum ama bu konular üzerine kitaplarım olsun istemiyorum. Ne yapıyorum? Aşkım Kindle'a başvuruyorum ve anında okuma hakkı elde ediyorum. Yakında değiş tokuş hakkı veren, yani elektronik bile sahip olmama üyeliğine geçeceğim.<br />
<br />
Mutluyum. peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-48741111042249601932013-08-06T23:17:00.001-07:002013-08-06T23:20:27.705-07:00BODRUM GÜNLERİÇok ağır bir hastalıktan kalktım. Ateşim o kadar yükseldi ki gözbebeklerim kavruldu. Bizimkiler "Bodrum'a gidiyor muyuz" dediğinde "Evet" dedim "Ama herkes geliyor ve 1 ay kalıyoruz." Benim dinlenmem ama çok dinlenmem lazım. <br />
<br />
Tekrar çekirdek aile olmak güzel. Tuvaletin önünde kuyruk oluyoruz falan ama olsun. Buzdolabının küçücük buzluğuna bira bardakları mı karpuz mu koyacağız kavgası yapıyoruz. Alt komşunun azmış kedisinin erkek kedi çağıran sesi ile uyanıyoruz her sabah. Herkes Girl with the Dragon Tattoo kitabının bir cildini okuyor. Stockholm'ün en lüks caddesinin adının Götgatan olması benim içimdeki ergeni çıkarıyor, her okuduğumda kikirdiyorum.<br />
<br />
Gümüşlük bu sene bana hüzünlü geldi. Her şey yerli yerinde ama yine de bir şeyler eksilmiş, ruhu zayıflamış. Begonvil sarılı boy boy değirmenler satarlardı, bu sefer devasa değirmenlerin üzerine dana gözü gibi nazar boncukları çizmişler. Mazhar Alanson gibi konuşan İstanbullu erkekler geçen sene de vardı ama bu sene sanki geometrik olarak çoğalmışlar.<br />
<br />
Babamla abim arasında Safiye Ayla'nın detone olup olmadığı üzerine hummalı bir tartışma başlıyor. Kiraz mevsimi bitti ama üzülmüyoruz; güzelim incirler olgunlaştı nasıla. Ben incirimi yerken "oh bal bal" diyorum. Babam kızıyor, "insan yediğini övmez, başkasınınki onunki kadar lezzetli olmayabilir." Anlıyoruz, babama tatsız incir gelmiş. Sonra içeriden annem geliyor balkona, ortadaki tabaktan bir tane alıp "oh bal bal" diyor. Gülüşüyoruz.<br />
<br />
Hastalığımdan dolayı aylardır yogaya gidememiştim. Burada sevgili Yasemin Hanım beni Monica'nın stüdyosuna götürdü. Adını hep duyduğum ama ulaşmamın bu zamana kadar mümkün olmadığı bir hocaydı, gönülden istediğim bir dileğim gerçek oldu. Çok şükür.<br />
<br />
Bu arada saçlarım dökülüyor. Bilen bilir upuzun kocaman saçlarım vardı benim. Hastalık onları da kavurdu. Saç dökmek her zaman kötü de küçücük yazlık evde dökmek daha da kötü. Önce kimse beni üzmemek için bir şey demiyordu ama ben "Turgut Reis'e gidiyorum, saçlarımı kestireceğim" dediğimde herkes çok destekledi. Sanırım en son Lise 1 öğrencisiydim saçlarımı kulak altı hizasında kestirdiğimde. <br />
<br />
Turgut Reis'te gittiğim Sultan'da Musiki Cemiyeti'nden bir kadın vardı, saçlarım kesilirken bana Veda Busesi'ni söyledi. Çok ağladım, çok. Sonra yandaki Dadaşlar'da baklava hamuruyla yapılmış kabak böreği yedim, geçti....<br />
<br />
Bugün arife, çok kalabalık olacağını tahmin etsem de yola çıkıyorum. Kabaklı börek alacağım, şekerpare arayacağım. Şehir alışkanlıkları değişmiyor ama. Belki bir de latte içerim.<br />
<br />peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-70545881129634402632013-07-06T23:49:00.001-07:002013-07-06T23:49:52.111-07:00SNOWDEN, MAHREMİYET VE İNTERNETSnowden olayının bizde Assange ve Wikileaks kadar yankı bulmamış olmasına şaşırıyorum. Bir kere Soğuk Savaşı andıran bir casusluk hikayesi yaşanıyor gözümüzün önünde. Ama her şeyden önce dünyanın şeffaflaşması adına yapılmış bir kamikaze uçuş.<br />
<br />
1983 doğumlu Edward Snowden NSA (Ulusal Güvenlik Ajansı) ve CIA için çalışan bir 'IT guy.' İşteki daha ilk yıllarında fark ediyorki NSA ve CIA, Facebook, Google, Yahoo gibi şirketlerin ana server'ına doğrudan bağlanıyor; müşterilerin mahrem bilgilerine erişim sağlıyor. Snowden durumu anlar anlamaz önce hemen sızdırmaya kalkışıyor ama sonra Obama'nın seçim kampanyasında verdiği sözleri hatırlıyor (<a href="http://peripateticperspective.blogspot.com/2013/01/redhack-hacker-etik-ve-mahremiyet.html">hacker etiği</a>), bekliyor. Ne var ki o sözler tutulmuyor ve sonuç, müthiş bir skandala yol açan sızıntı. Snowden'ın nerede olduğu bilinmiyor; kendini kabul edecek bir ülke bekliyor. Snowden amacını "kamuoyunu hükümetler tarafından onlar adına ve onlara karşı yapılanlar" hakkında bilgilendirmek olarak açıklıyor. İnsani bir yönü var yani. Bu bağlamda hackerlık yakında insanlık adına bir eylem olarak kabul edileceğinden sığınma talepleri daha kolay kabul edilecek.<br />
<br />
Skandalın ABD'deki etkisi tabii ki büyük oluyor. The New Yorker, 'Big Brother' kapağı ile çıkıyor. Google yerine arama geçmişini kaydetmeyen duckduckgo arama motoruna geçiyor insanlar. Sonra Obama çıkıp "Amerikan vatandaşlarını değil yabancıları izledik" diyor ve meselenin asıl bizi ilgilendirdiği ortaya çıkıyor.<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-i0cUs2nMvqU/UdkKk1I-x4I/AAAAAAAAA64/IxKC6FVO-zM/s1600/o-NEW-YORKER-570-454x620.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="640" src="http://3.bp.blogspot.com/-i0cUs2nMvqU/UdkKk1I-x4I/AAAAAAAAA64/IxKC6FVO-zM/s640/o-NEW-YORKER-570-454x620.jpg" width="467" /></a></div>
<br />
<br />
Bu, Türkiye'deki internet kullanıcıları ABD'ye karşı mahremiyetinin korunması için yüzünü devlete dönmek zorunda kalacağı anlamına geliyor. Amerikan büyükelçisi konu ile ilgili Dışişleri Bakanlığı'na çağrıldı ama bize bilgi veren olmadı. Zaten bilyoruz ki devlet, son torba yasa ile sağlık bilgilerimize (daha mahrem bir bilgi düşünemiyorum) ulaşmanın yolunu garantiledi. Mahremiyetimizi ihlal eden devletten mahremiyetimizi korumasını bekleyeceğiz yani. <br />
<br />
Avrupa Birliği, vatandaşlarının bir iletişim, paylaşım ve depolama platformu olarak interneti terk etmemeleri için gerekli yasal düzenlemeleri yapmaya hazırlanıyor. Biz ise taşeron işçilerin can güvenliğini sağlayacak yasayı çıkarmıyoruz; internet mahremiyetine hayatta sıra gelmez.<br />
<br />
Ama zaten zayıf, kontrol altında ve güvenilmeyen bir internet çoğunlukla devletlerin istediği bir şey. peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-5871352296334266792013-05-05T02:04:00.003-07:002013-05-05T02:05:45.654-07:00HIDIRELLEZ: HIZIR VE İLYAS KARDEŞLER, UZAKDOĞU-BALKAN FÜZYONU5 Mayıs'ı 6 Mayıs'a bağlayan gece Hıdırellez gecesi. Hızır ve İlyas kardeşler, yılda bir kere yeryüzünde kavuşup hasret giderirken, dileklerini gül ağacına asan fanilerin isteklerini gerçekleştirmek üzere toplayıp, gün doğarken kendi nurlu dünyalarına dönerler.<br />
<br />
Hayatını kontrol altında tutmak, geleceğini bilmek, dileği tutsun isteyen insanoğlu kontrol edemediği belirsizlikler karşısında giderek hırçınlaşırken bu Hıdırellez'e daha da büyük önem vermeye başladı sanki. Sanki pozitif bir bilimmiş gibi "tutma garantili" dilek seminerleri veriliyor... İnanılır gibi değil.<br />
<br />
Yine de, her şeye rağmen ben seviyorum Hıdırellez geleneğini, neşesini... Amatör ruhunu, kusurlu, şaşkın, şapşal insan bocalamasını. Dileğimin tutması hırsıyla değil, dilek dilemenin ferahlatan etkisine özlemle atlamıyorum 5 Mayıs'ı 6 Mayıs'a bağlayan geceyi.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-AeVNPvOdbYk/UYYgeWUtoRI/AAAAAAAAA6Q/IL-Uc-P6WMg/s1600/9e6bf900aae0310844a569916a046539.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="http://2.bp.blogspot.com/-AeVNPvOdbYk/UYYgeWUtoRI/AAAAAAAAA6Q/IL-Uc-P6WMg/s400/9e6bf900aae0310844a569916a046539.jpg" width="270" /></a></div>
<br />
Bu sene bu geceyi başının dertte oluğunu bildiğim en sevdiklerimden biri için kullanacağım. Kağıttan 7 tane Japon turnası yapacağım, turnaları ipe dizip pencereme asacağım. Hızır o turnaları alsın ve benim o canımdan çok sevdiğimin içini ferahlatsın, kapısının önüne bir müjde bıraksın...<br />
<br />
Balkan göçmeni annem gelenek dışı dilek dileme yöntemlerime deli oluyor ama bu sefer de terchim Uzakdoğu-Balkan füzyonu. İçimdeki ses Hızır'ın kağıttan renkli turnaları çok da yadırgamayacağını söylüyor. <br />
peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-87697718537549192472013-04-16T16:30:00.000-07:002013-04-16T06:42:12.084-07:00BOSTON MARATONU KATLİAMISabah 5.45'te ayaktaydım. İlk iş telefonumu kontrol ettim; bu aralar abimle, ben erken uyandığım için, o Amerika'da uyumadan haberleşiyoruz. Ondan mesajı yoktu ama Twitter yüklüydü. Boston Maratonu'nun finiş çizgisinde 12 saniye ara ile 2 bomba patlamış. Yerlerde atletlerin (Boston Maratonu'na belli dereceyi koşabilenler katılıyor) kopan kol ve bacakları... Ölenlerden biri koşan babasını seyretmeye gelen 8 yaşında bir çocuk....<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-aFNQts3CZ0A/UW1SWlCV_-I/AAAAAAAAA58/k9gzyn0K8W8/s1600/213.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="232" src="http://2.bp.blogspot.com/-aFNQts3CZ0A/UW1SWlCV_-I/AAAAAAAAA58/k9gzyn0K8W8/s320/213.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<span class="Apple-style-span" style="font-size: x-small;">dawn.com</span></div>
<div style="text-align: center;">
<span class="Apple-style-span" style="font-size: x-small;"><br /></span></div>
Sabah yürüyüşümü elimde telefon, Twitter'a bakarak tamamladım. Timeline'da daha Türkiye'den takip ettiklerim arz-ı endam etmemişti. Düşüncelerimin akışı dönüp dolaşıp "Hem de maratonda. Hem de maratonda" hayret nidasına gelip donuyordu.<br />
<br />
Maraton bir insanın fiziki olarak deneyimleyebileceği en zorlayıcı, geliştirici ve yenileyici aktivitelerden biridir. 4 saatin sonunda kişi kendi kusurlu hayatının ölümsüz kahramanı olur. Finiş çizgisine varış, kişinin tüm varlığını tükettiği anda dönüşerek yeniden var olmasıdır. Dayanmanın, direnmenin ve tamamlamanın insan hikayesidir. Yazar Murakami'nin otantik maraton güzergahını koşuş anlatısını tavsiye ederim.<br />
<br />
İnsanlar, bedenlerindeki sıvılarının büyük kısmını tüketip, kurudukları ve yeniden canlanacakları en kırılgan anlarında avlanmışlardı Boston'da. İlk vurulan atletin düşüşü kadar hazin bir sahneye uzun zamandır şahit olmamıştım.<br />
<br />
Sonra Twitter Türkiye düşmeye başladı timeline'a. Herkesin maraton felsefesini dert etmesini beklemiyordum ama "oh olsun"lar, 3 ölüyü az bulmalar, ölenlerin Amerikalı olmasının katliamı aklayacağının imaları... Bunu beklemiyordum.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<br />
Büyük hayal kırıklığı...Büyük hayal kırıklığı. <br />
<br />
<br />peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0Ankara, Turkey39.92077 32.85410999999999139.530984 32.208662999999994 40.310556 33.499556999999989tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-22590101836621483892013-03-03T01:54:00.004-08:002013-03-03T01:54:58.969-08:00YA SONRA? Vincent'in kardeşi Theo'ya yazdığı mektuplarda bana en çok dokunan bölüm benim üstün körü çevirimle aşağıdakidir:<br />
<br />
"Şu anda her şey benim için çok kötü gidiyor; hatırı sayılır bir zamandır bu böyle ve gelecekte pekala da bu şekilde devam edebilir. Yine de her şeyin, yanlış göründüğü bir sürenin sonunda, daha iyiye gitmesi mümkün. Sırtımı bu olasılığa yaslamıyorum; bu, hiç gerçekleşmeyebilir. Ama iyiye doğru bir değişiklik olacaksa eğer, bunu bir kazanç olarak kabul etmem gerekir. Neşelenmem ve "nihayet" demem gerekir: "En sonunda bir nefes aldım."<br />
<br />
(Well right now it seems that things are going very badly for me, having been doing so for some considerable time and may continue to do so well into the future. But it is possible that everything will get better after it has all seemed to go wring. I am not counting on it, it may never happen, but if there should be change for the better I should regard that as a gain, I should rejoice, I should say, at last! So there was something after all.)<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-GyhkdP1LWVs/UTMcoRpAhWI/AAAAAAAAA5s/nP5sslywnG0/s1600/240px-VanGogh_1887_Selbstbildnis.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="http://2.bp.blogspot.com/-GyhkdP1LWVs/UTMcoRpAhWI/AAAAAAAAA5s/nP5sslywnG0/s400/240px-VanGogh_1887_Selbstbildnis.jpg" width="316" /></a></div>
<br />
<br />
Vincent için gidişatın iyileşmediği gibi dayanılmaz boyutlara ulaşarak daha da kötüleştiğini biliyoruz. Hatta intihar mektubunda kesinlikle kurtarılmamasını isterken "çünkü bu ıstırap hiç bitmeyecek," demiştir.<br />
<br />
Onca acıklı mektubu arasında bana en hazin, ama en insancıl insanlık hali olduğu için en hazin gelen budur.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: -webkit-auto;">
<br /></div>
Hepimiz şu anda hayatımızın Vincent'in o gün durduğu noktasında duruyoruz. Onunki kadar zor bir geçmişten gelmiyoruz belki ama her şeyin daha iyiye gitmesini, yeterince sebebimiz olmamasına rağmen umuyoruz. Ve soruyoruz; "Ya sonra?" <br />
<br />
Kendi hayatımızın sonrasını bilmiyoruz ama Vincent'inkini biliyoruz. Ama işte onun gibi dükkanı kapatıp gitmeyeceğimize göre biz de umut edeceğiz.<br />
<br />
Deliliğin ve umudun kitabı Silver Linings Playbook tam da bundan bahsediyor. Filmi çok güzeldi, şimdi kitabı okuyorum. Bitirince yazacağım. peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-41587585740483087592013-02-21T23:44:00.003-08:002013-02-21T23:44:42.529-08:00GİT AS KENDİNİ CRILLONGeçenlerde bir hoca, "Nedir bu Kant sevgisi bu ülkedeki? Hangi sorunumuzun hangi çözümü Kant'ta ki?" dedi. "Doğru," dedim "Her seviyedeki her barış sorunluyken dikmişiz gözümüzü Sonsuz Barış'a, bekliyoruz gelecek diye."<br />
<br />
Bizdeki felsefe, siyasi düşünce hep belli isimler etrafında dönüyor ne yazık ki. Hayatın gizemini çözmüş üç adam, bir kadın; herkeste aynı referanslar, onlardan alıntı yapmayanı dövüyorlar.<br />
<br />
Ben <i>American Politics and Foreign Policy </i> dersinde mutlaka bir hafta durup William James ve John Dewey anlatırım. Biri Pragmatizm'in, diğeri Meliorizm'in babası iki çağdaş, iki dost. Ondokuzuncu yüzyılın sonu, yirminci yüzyılın başında iki bireyselci filozof. Bizimki gibi kaderin esir aldığı güdük bireysellikler ülkesinde derin birer soluk.<br />
<br />
Amerikan Pragmatizimi'nin uygulamada Iran-Contra gibi uç felaketlere gitiğini biliyoruz ama bu teorisinin değersiz olduğu anlamına gelmiyor, çünkü devletler için değil hayatın köşeye sıkıştırdığı bireyler için yazılmış bir felsefeden bahsediyoruz. Bir eylem felsefesinden...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-Axnp5X6BPpE/USchw-C5AzI/AAAAAAAAA5I/Xmk6Uy0tGMo/s1600/images-4.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="http://4.bp.blogspot.com/-Axnp5X6BPpE/USchw-C5AzI/AAAAAAAAA5I/Xmk6Uy0tGMo/s400/images-4.jpeg" width="250" /></a></div>
<br />
William James, "Muammaların yanıtı teoriler değildir," diyor "sırtını teorilere yaslayıp beklemezsin, ilerlersin." İlerlerken teorilerin sana gerçek diye öğrettiği her şeyi parçalar, eylemlerinle yeni bir gerçek anlayışı şekillendirirsin. Kaderin değişmezliğine ve yıkıcılığına (<i>fatalism</i>) karşı zafer kazanan bir kader anlayışı inşa edersin. Böylece senden önceki "gerçeklerin" seni sıkıştırdığı köşeden açık havaya, olasılıklar doğasına çıkarsın. Yalnız, senin için "iyi" olanı hayatında somutlaştırmak için, sürekli eylem halinde olman gerekir. Eyleme geçmek için "şu an" çok önemlidir. Her bir "şu an" kendini bir geçiş, dönüşüm ve olma olasılığı olarak sunar.<br />
<br />
Sürekli eylemde olma prensibinden yorulmazsan eğer, "bir Steve Jobs da sadece Amerika'dan çıkar" yargısını yanlışlayan kişi sen olabilirsin.<br />
<br />
John Dewey de benzer bir şekilde, değişimin kaçınılmaz, ilerlemenin ise isteğe bağlı olduğu noktasından hareket eder. İlerleme, bireye kalmış bir meseledir. Maharet, değişikliğin yönünü eylemlerimizle kontrol edebilmektir. Eyleme geçmek; denemek, risk almak iradesidir.<br />
<br />
Dewey'e göre, pessimism (kötümserlik) ve optimism (iyimserlik), tutum olarak bu bireyselcilik felsefesi içinde açıklayıcı kavramlar değildir. Pessimism bir felç halidir, optimism ise tembellik. Bu nedenle bir ara kavrama ihtiyaç vardır; meliorism bu ara durumu ifade etmek için türetilmiş bir terimdir. İnsan gayretiyle her türlü gidişatı değiştirecek, bir ilerleme sağlama olasılığı yani eyleme geçme felsefesidir. (Hollywood'un körüklediği Amerikan Başkanı'nın dünyayı kurtaracak olması inancı bu felsefeden türemiştir.)<br />
<br />
O zaman asıl olan optimism veya pessimism'den bağımsız, eyleme geçme gayretiyle ilerlemenin yönünü belirleyebilmektir. Bir futbol maçında iyimser veya kötümser olmak oyuncunun değil seyircinin kapılacağı hislerdir. Oyuncu eylemleriyle son düdüğe kadar maçın gidişatını değiştirme olanağına sahiptir. Birey de hayatında kaderin değişmezliği varsayımıyla iyimserlik ve kötümserlik duygularıyla hareket ediyorsa kendini kendi hayatında seyirici olarak konumlandırıyor demektir. <br />
<br />
Peki onca eyleme geçme hamlelerinden sonra maçı kaybettik, zafer kazanan bir kader yaratamadık; o zaman ne olacak? Hiç... Hiçbir şey olmayacak; çünkü inandığınız "şu an"da eyleme geçme prensibiydi. Ve siz, o prensip doğrultusunda savaştınız.<br />
<br />
Fransız kralı IV. Henry, kendisiyle savaşmaya yetişemeyen sağ koluna, "Git as kendini yürekli Crillon," der, "Biz Arques'te savaştık ve sen orada yoktun." Bazen savaşın kendisi zaferden daha büyük bir önem taşır.<br />
<br />
Yine de William James, "şu anın inançlı savaşçıları"na bir müjde verir: İnanın. Çünkü olguyu (fact) inancınız yaratacaktır. <br />
peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-3079611295468617302013-01-20T06:33:00.001-08:002013-01-20T06:39:23.464-08:00BU HAFTA AKLIMA TAKILANLARLodos esince düşünceler üşüşür, kafamın içi Cahit Külebi'nin sözünü ettiği "bir delinin cepleri gibi" olur. Anlamlı olması gerekmez ama takıntılı, ısrarlı aynı şeyleri düşünürüm. Aynı konulara geri döner dururum. <br /><br /> Bu hafta lodos vardı Ankara'da, benim kafama da meseleler, sözler takıldı; ben onlara geri dönüp durdum. <br /><br /> <br /><b> GAZETEDE OKUDUĞUMA</b> mesela. El Kaide'nin rehin aldığı insanları kurtarmak için Cezayir ordusunun operasyon yapmasına ve 30'u aşkın rehinenin ölmesine. <br /><br /><br /> Çok trajik bir insanlık durumu. Tutsak alınmışsınız ve tek kurtuluş şansı olarak bildiğiniz, gelmesi için dua ettiğiniz güç geldiğinde ölümünüze neden olacak. Müthiş bir çıkmaz. El Kaide'nin elinde tutsak kalmamışsam da anlayamayacağım, benzerini yaşamadığım, bir daha yaşamayacağım bir durum değil. <br /><br /><br /><b> ETTİĞİM SOHBETE</b> mesela. Çok sevdiğim bir hoca ile başkanlık sistemi üzerine konuşuyorduk. "İnsanlar bir karar vermek zorunda olduklarının farkında değiller ama artık karar verme zamanı. Gidecek misiniz, kalacak mısınız? Kalacaksanız değişen sistemle nasıl başedeceksiniz?" dedi. Şimdilik gitme planım yok. Ama değişen sistemle nasıl başedeceğim konusunda bir fikrim de yok. Çok ağır geldi bu sözler, döndüm durdum... Henüz bir yanıt bulamadım. <br /><br /><br /><b> DUYDUĞUMA</b> mesela. "Seni görünce ilk aklıma gelen anti-establishment olduğun," dedi. Herhalde uzun zamandır benim için söylendiğini duyduğum bir cümle, beni bu kadar gururlandırmamıştır. Babama bile söyledim, o da gurur duysun diye. Hatta annem, "kızım kış geçti şöyle bir kalıplı palto almadın kendine," dediğine O, "Alma kızım alma, establishment olma," dedi. Gülüştük... <br /><br /><br /> Bugüne kadar bana söylenmiş en güzel şeylerden biri. Asla unutmayacağım, lodosta modosta hep hatırlayacağım. <br /><br /><br /><b> KİTAPTA OKUDUĞUMA</b> son olarak. "I miss the times, when there was abundance in my life." Hayatımızda lineer olarak bolluktan kıtlığa doğru mu ilerliyoruz mutlaka? Bolluk dönemini yaşamışsan sırada illa ki kıtlık mı var? Kalabalık, uzun yaz sofralarına dönüş yok mu? <span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><br /></span>
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><br /></span>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-v6s7mmzt4NA/UPv_aDqf7NI/AAAAAAAAA4k/QyCKenHLusg/s1600/SDC10281.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="http://2.bp.blogspot.com/-v6s7mmzt4NA/UPv_aDqf7NI/AAAAAAAAA4k/QyCKenHLusg/s320/SDC10281.JPG" width="320" /></a></div>
<div>
<br /></div>
Bence var. İklimler değişse de dairesel dönüşler mümkün. peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-46302294047089686752013-01-12T23:04:00.000-08:002013-01-12T23:59:54.818-08:00REDHACK, HACKER ETİK VE MAHREMİYETHayatımız daha da teknoloji-yoğun bir geleceğe doğru ilerlerken bilelim ki o gelecek hackerların. Gördük geçen hafta; bir sistem açığını bir yerinden tutup YÖK arşivlerini hallaç pamuğu gibi attırdılar. 1950ler 60larda Massachusetts Institute of Technology'de (MIT) üretilen software'i piyasaya sürmeden önce denemek için, varolan kusurları yine software'i üreten ekibin bulmaya çalışması olarak başlayan hacking bugün, bilgilenme ve bilgiye erişme özgürlüğünü savunan bir eylem. Aynı zamanda software'e tutku ve onu üreten zekaya saygı duyulması bu kitlesel eylemi hackerlar için kişiselleştiriyor da. <br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-TxH0i0gPrW4/UPJpb5u97yI/AAAAAAAAA38/advT_W0HRo4/s1600/%7B7BCADF7C-0926-4B27-ADCD-E078E7CF97CE%7DImg100.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://3.bp.blogspot.com/-TxH0i0gPrW4/UPJpb5u97yI/AAAAAAAAA38/advT_W0HRo4/s320/%7B7BCADF7C-0926-4B27-ADCD-E078E7CF97CE%7DImg100.jpg" width="240" /></a></div>
<br />
<br />
Teknoloji felesefesi profesörü Finli (Kapatılan The Pirate Bay'in dünyanın her yerinde aranan sahibinin Stockholm'de yasal olarak yaşadığını hatırlarsak İskandinav kültürünün hacker/korsan kültürünü besleyen bir yanı olduğunu kabul etmeliyiz) Pekka Himanen, bu konuda yazılmış tek değil belki ama en ünlü kitapta (The Hacker Ethic and the Spirit of the Information Age) hackerlığın belli bir etik anlayışı çerçevesinde hareket ettiğini varsayıyor. Buna göre hacker etik şu temel ilkelere dayanıyor:<br />
<br />
1) Paylaşım<br />
<br />
2) Şeffaflık<br />
<br />
3) Bilginin tek elde merkezileşmesini engellemek<br />
<br />
4) Dünyanın bütün bilgisayarlarının açık erişimde olması<br />
<br />
5) Daha iyi bir dünya<br />
<br />
Bu çerçevede, dünyanın nasıl bir sistemle işlediğini yani dünyanın sahiplerini ve niyetlerini açık edecek bütün girişimler etiktir.<br />
<br />
Bir üniversite hocası olarak Himanen'in hackerlığı Plato'nun Akademi'sine benzetmesi özellikle ilgimi çekti. Maalesef bugün üniversitelerde yapılan pekçok araştırma gizli, göz ardı edilmiş, üstü kapatılmış, sansürlenmiş veya tahrip edilmiş bilgiyi açığa çıkarmayı hedeflemiyor. Tam tersi ya bilginin saklı kalmasını sonsuz kılıyor ya da ortalama bir seviyede eşinip duruyor. Bu bağlamda, Himanen'e göre, Plato'nun bahsettiği aydınlanma ateşinin tutuşturduğu ruhlar, günümüz akademisyenlerinin değil hackerların. Sadece hackerlar, insanların hayatını doğrudan etkileyen bilgiyi saklandığı yerden iştahla çekiştirip duruyor.<br />
<br />
Buraya kadar her şey çok güzel. Hikaye epik; modern zaman kahramanları ile karşı karşıyayız. Ancak hacking çok elzem bir insan hakkını, zaman zaman toplumsal iyilik adına, ihlal eden bir eylem olmaktan kurtulamıyor. Mahremiyet ilkesini benimsemeyen her girişim, bence, insan saygınlığını aşındırıyor.<br />
<br />
İlk defa 1890 yılında Harvard Law Review'da tanımlanan mahremiyet ilkesi, saygınlık, bireysellik ve kişilik haklarının ayrılmaz bir parçası olarak ortaya konmuş. İlk ortaya konan mahremiyet kavramının "bireyin hayatında tamamen kendi kontrolünde olan bölüm" gibi bir açıklaması var. Teknoloji-yoğun hayatın gerektirdiği yeni tanımda ise "başkalarının sizin hayatınıza erişimini sınırlandırma dereceniz" ifadesi geçiyor. Mahremiyetin ihlali bireyin sağlığını hatta hayatını tehlikeye atacağı için, bireysel veya toplumsal, her eylemde mutlaka gözetilmesi gerekiyor.<br />
<br />
Hacking binlerce gizli dosyayı bir anda kitlelerin erişimine açarken o dosyalara yanlışlıkla, kötü niyetle girmiş ya da süregelen gizli bir soruşturmanın sonunda belki de aklanacak kişinin mahremiyet hakkını savunabilecek mi?<br />
<br />
Dünyayı yönetenleri ve niyetlerini deli gibi merak etsem de ben şimdilik mahremiyet ilkesinden yana saf tutuyorum. peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-42957045034451971842012-12-08T23:50:00.001-08:002012-12-08T23:50:34.028-08:00KİSSY HALLERİKissy kocaman oldu. Kedi karakteri ve cüssesi olanca ihtişamıyla ortaya çıktı. 4 Nisan'da 2 yaşında olacak. Ondan önce Mart ayında azacak ama toplarından ameliyat olduğu için neden azdığını bilemeyecek yavrucak. Toplardan değil böbrek üstü bezlerinden azarmış ya kediler... Onu dişi sandığım ilk 6 ay boyunca kararlıydım, bir kere doğuracak, sonra ameliyat olacaktı. Ama erkek olduğunu, yakaladığı sineği yemesini engelemek için aniden ensesinden yakalamam suretiyle korkudan verdiği "tepki"den anladığım anın haftasında soluğu veterinerde aldık. Doğallığına yaptığım bu müdahelenin vicdan muhasebesi uzun sürdü, sonunda "ömrü uzadı" argümanına sığındım.<br />
<br />
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-mDYQGpUMYXQ/UMRCWuEsWJI/AAAAAAAAA20/hrxWshxyEjU/s1600/SDC11695.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="480" src="http://4.bp.blogspot.com/-mDYQGpUMYXQ/UMRCWuEsWJI/AAAAAAAAA20/hrxWshxyEjU/s640/SDC11695.JPG" style="cursor: move;" width="640" /></a><br />
<br />
Yavruluğunda çok şirindi ama beni mahvetti. Patisiyle vurup da devirip kırmadığı şey kalmadı. Kendini temizlemeyi bilmiyordu, kumundan kalkıp kendini kucağıma atıyordu. Oynarken heyecanlanıp gaz kaçıryordu. Sınav kağıtlarını okurken hız alıp alıp kağıtların üstüne atlıyordu. Bir kereside cevap anahtarımı tam ortasından yedi. Sonra aklı erdikçe kumunu beğenmedi. Sentetik olanı tavsiye ettiler önce; koku yok, poposuna yapışıp etrafa dağılmıyor. Ama Kissy istemedi onu, istemediğini anlatmak için de kakasını kum kutusunun içine değil önüne yaptı. Doktora sordum, "vurun kafasına hafifçe birkaç tane, başka türlü öğrenmiyorlar" dedi. Dayak yemesine rağmen vazgeçmedi, ben de biraz araştırdım; meğerse sentetik kum hem doğaya, hem kediye hem de sahibine zararlıymış. O sentetik kumdan kalkan beyaz toz, kot işçilerinin soluduğu zehirli maddeymiş. Doğal kuma döndük. Bebek pudrası kokulu, topaklanan doğal kum. Çok mutluyduk. Ama bazı zamanlarda yine kum kutusunun önündeki gider ızgarasının üstünde buldum kakasını. Dayağı yedi ama ben yine de düşündüm, "Bu kedi iletişim kurmak istediğinde kakasını dışarı yapıyor. Şimdi ne demek istiyor?" diye. Sonra anladık değiştirilmeye yakın kumu temizlenmekten azalıyor ya, Kissy kumunu hem temiz hem de bol bol istiyor. Dayak yiyeceğini bildiği halde "kumum hiç azalmasın istiyorum" diyebilmek için yapmış yine o kaka manifestasyonunu.<br />
<br />
Kissy'nin diyeceğini diyip sonra "biliyorum dayak yiyeceğim ama iletmek istediğim bu, bunu yapmak zorundaydım" diye bekleyişi hepimize çok şey öğretti aslında. Ne yaptığından eminsen, ucunda dayak da olsa yap! Üstelik banyoya kapatma cezasını da ceza olmaktan çıkaracak ne varsa onu yapıyor. İçeride mutlaka oynayacak bir şey buluyor ve "beni çıkar" diye asla yalvarmıyor. "Cezam neyse yatar çıkarım. Her yer aynı bana" duruşu da öğretici geldi bana. Başıma gelen her bir talihsizliği dünyanın sonu gibi karşılayan ben, bir kediye bakıp cezanın da, mutsuzluğun da bir bakış açısı olabileceğini gördüm. <br />
<br />
Bu aralar doğal kumumuz istediğimiz gibi topaklanıp kokuyu hapsetmiyor. Sonunda torbası 23 liralık organik mısır koçanından kuma geçtim. Tahtalara vuralım, çok çok mutlu. Satıcı bana "İran kedisi değil mi? Çok seçici onlar," dediğinde "Hayır bu temizliğine ve doğal hayata çok düşkün bir tekir kırması, sokak kedisi yavrusu" diyemedim. Babam Kissy'e sokak kedisi dediğimde çok kızıyor, "asil o asil" diyor. Yavruluğundaki kokulu, gazlı hali geçince bir temizlik düşkünü oldu ki sormayın. Saatlerce temizliyor kendini. Patilerinden fışkıran tüylere bakıyorum da Kissy'nin içinde bir yerlerde bir orman kedisi olabilir diyorum. <br />
<br />
Yemek konusunda masalara atlamaktan vazgeçti. Kendi mamasının ne olduğunu öğrendi. Yaş mamayı haftada 1 gün yiyebildiğini öğrendi. Bana top atmasını öğrendi; bazen ben ona topu geri attığımda topa gelişine bile vuruyor.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Bir de sokak kapısı açıldığında dışarı kaçmamayı, dünyasının sınırlarını öğrendi. O sınırlar içinde varolması gerektiğini. Bu işte ama, kalbimi kırıyor biraz. </div>
peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-33330039504197297102012-10-26T00:32:00.001-07:002012-10-26T00:40:14.474-07:00HER TARTIŞMAYA RAZI OLMAMA DURUMU: MILL VE VOEGELINLiberal değilim ama liberallerin amentüsü John Stuart Mill'in <i>Özgürlük Üzerine </i>baş ucu kitaplarımdan biridir. Kitaptan takip ediyorum; bireyi bastıran, kıstıran güç odaklarında sıra ne zaman devletten dine ya da aileye gelecek merak ediyorum. Bireyi "kurtardık" diye bir devletin elinden alıp diğer bir devletin, iyiden iyiye kurumlaşan dinin ya da acımasızca yargıçlaşan ailenin kucağına atmak değil benim okuduğum özgürlükten anladığım. Endişeliyim ama liberal olmadığım için gidişattan sorumlu da değilim. Türkiye tarihine hep dışarıdan bakmış, hiçbir sıkıntılı, trajik olayda paçasına çamur sıçramamış, kendi kendini atadığı ombudsman koltuğundan normatif normatif parmak sallayan liberal, o koltukta eğri oturup doğru konuşmak zorunda olduğu noktaya geldi. Örneklerini bir-iki görmeye başladık.<br />
<br />
Mill'i yeniden hatırlamamın nedeni geçenlerde Eric Voegelin'in "John Stuart Mill: Freedom of Discussion and Readiness for Discussion" makalesini okumuş olmam. Ben de Mill'in tartışma özgürlüğünü savunurken aslında bir de özgürleştiren tartışma tanımı sunduğunun pek fark edilmemiş olduğunu düşünürüm. Karşı taraf konuşurken göz devirmenin, alaycı gülmenin bile ifade özgürlüğünü engelleyen unsurlar olduğunu yazmıştır da nedense kitabın o kısmı pek okunmamıştır. Voegelin de Mill'in önerdiği bu özgürleştiren tartışmanın, mevcut sosyal düzende artık pek mümkün olmadığını yazmış. Çünkü Mill;<br />
<br />
1) Toplumun sorumluluk sahibi bireylerden oluştuğunu<br />
<br />
2) Sorumluluk sahibi bireylerin sorunları akılcı tartışma yolu ile çözmenin görevleri olduğuna inandıklarını ve bu görevi ifa etmeye her zaman hazır olduklarını<br />
<br />
3) Sosyal düzenin akıl yolu ile ikna sonucu kurulacağını<br />
<br />
4) İnsanoğlunun eşit ve özgür tartışma ile kendi insan durumunu iyileştireceğini<br />
<br />
5) Tartışmanın amacının doğruya ulaşmak olduğunu<br />
<br />
varsaymıştır.<br />
<br />
Voegelin de Mill'in özgür(leştiren) tartışmayı aslında pek çok koşula bağladığını ve bu koşulların gerçekleşmediği zamanlarda yaşadığımızı söylüyor. Öyle ki;<br />
<br />
1) Toplumların akılcı bireylerden oluşmadığı medeniyetlerde<br />
<br />
2) Mensuplarının çoğunluğunun kendini "birey" olarak tanımlamadığı toplumlarda<br />
<br />
3) Amacı doğruya ulaşmak değil de karşı tarafı alt etmek (overwhelm) olan kişilerle<br />
<br />
4) Akılcı tartışmayı önlemek için tartışmanın akışını değiştiren laf kalabalığı üretme (prolixity) yönteminin benimsendiği ortamlarda <br />
<br />
özgürleştirici tartışma yapılmaz. Tartışmaya hazır insanlar her zaman olacaktır ama bu ifade özgürlüğünün garanti altında olduğu anlamına gelmez.<br />
<br />
Böyle durumlarda (yani Mill'in tanımladığı tartışma ortamının mevcut olmadığı durumlarda) Voegelin, bireyin herkesle, her tartışmaya hazır/razı olmamasını bir ifade özgürlüğünü koruma yöntemi olarak benimser.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-diw_o7F6f7g/UIo8LfVD8vI/AAAAAAAAA2I/XH__mpxVV4k/s1600/pvoegelin.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-diw_o7F6f7g/UIo8LfVD8vI/AAAAAAAAA2I/XH__mpxVV4k/s1600/pvoegelin.jpg" /></a></div>
<br />
Kaynak: Voegelin, Eric. <i>Anamnesis: On the Theory of History and Politics. </i>Chicago: Chicago University Press, 1952.<br />
<br />peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-29352851613440542412012-09-15T13:05:00.000-07:002012-09-15T13:05:23.871-07:00KULAK TIKACINA ÖVGÜ<i>The uproar of mankind is intolerable and sleep is no longer possible by reason of the babel. </i>Epic of Gilgamesh (İnsanoğlunun gürültüsü tahammül edilmez ve kargaşa yüzünden artık uyku mümkün değil)<br />
<br />
Gılgamış Destanı'nda Büyük Tufan'ın nedeni, insanoğlunun yeryüzünde çok gürültü yapmaya başladığı için tanrıların uykusunu kaçırması olarak anlatılır. Acaba diyorum, İ.Ö. 4990'da insanoğlu bugün yaptığından daha büyük bir gürültü yapıyor olabilir miydi? Sanmıyorum. O zaman biz hala nasıl kızdırmadık uyumaya çalışan tanrıları?<br />
<br />
Hiç bitmeyen sirenleri, kornaları, çekiçleri, vinçleri, bağrışları, hakaretleri, itibarsızlaştıran arkadan konuşmaları, üst komşu takırtılarını duymaz mı oldular? Yoksa onlar da mı kulak tıkacı kullanmaya başladı?<br />
<br />
Küçükken hatırlıyorum bizimkilerin profesör arkadaşı Ayda Teyze, çantasında çekirdek, tespih ve sakız taşırdı. Gittiği sosyal ortamlarda bahtına hangisi düşerse, delirmesin, uyum sağlasın diye o da çekirdek çitleyenle çekirdek çitler, tespih çekenle tespih çekerdi. Şimdi yıllar geçti, ben de Ayda Teyze oldum. Sakız, tespih, çekirdek taşımıyorum belki çantamda ama kulak tıkacı uzmanı oldum.<br />
<br />
<b>İstemsiz olarak duyduğum her saldırgan sesi, kendi insan bütünlüğüme bir müdahele olarak görüyorum, engellemek istiyorum. </b><br />
<b><br /></b>
Henüz bir servet boyutunda değil ama çok para harcadım kulak tıkaçlarına. Silikon olanlar kulağın tam içine konmuyor, dolayısıyla sesi kesmiyor. Sünger olanlar bir süre sonra eski formunu alıp kendini kulaktan dışarı fırlatıyor. Plastik olanlarla uyunmuyor. İş güvenliği elektronik marketinden bile kulak tıkacı ısmarlamışlığım var. Ama onları da kulakta tutmak için başka bir alete ihtiyaç var. İyice kafayı bozarsam Procter&Gamble'ın müzisyenler için sattığı 200 Pound'luk kulak tıkacından alacağım ama o zaman da gerçekten bir servet harcamış olacağım. Yine de 5 liralık klasik Vasepak'tan iyisine de rastlamadım bu arada. Şimdilik fani huzurumu onunla sağlıyorum.<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-9UGfdmZj2Ho/UFTeBQtB4WI/AAAAAAAAA1Q/jxkS3-MU9wU/s1600/684327.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="http://1.bp.blogspot.com/-9UGfdmZj2Ho/UFTeBQtB4WI/AAAAAAAAA1Q/jxkS3-MU9wU/s400/684327.jpg" width="301" /></a></div>
<br />
<br />
Alt komşuma tembih ettim; "bir yangın halinde beni mutlaka kurtarın" diye. Kulaklarım tıkalı, Allah muhafaza. <br />
<i><br /></i>
<i>Tear down your house, I say, and build a boat. </i>Epic of Gilgamesh (Evini yık diyorum sana ve bir tekne inşa et) <i> </i>peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-48683125019107991282012-09-12T00:34:00.001-07:002012-09-12T00:39:34.421-07:00ALTERNATİF TARİH ÜZERİNE DÜŞÜNCELER<i>Derler ki alternatif tarih okuyanlar, hayatın sırrına erermiş. Kem göz, kötü söz, pis nefes, sebesiz düşmanlığa karşı efsunlanır, fani ömürlerinde bir daha dert, tasa, vesvese nedir bilmezlermiş. Alternatif tarih okuyan o kutlu kişinin bastığı yerde çimler daha gür biter, geçtiği yerde söğütler başlarını hürmetle yere eğermiş. O mübareğin dilinden hakikâttan gayrısı dökülmezmiş. Alternatif tarih, bir ölüme bir de kara sevdaya ilaç olmazmış. Amma geri kalan soruların tekmil cevabını koynunda saklarmış. </i><br />
<br />
Öyle bir kullanım kazandı ki bu "alternatif tarih," elimizde olağanüstü bir kudrete sahip sihirli metinler var sanki ve onların da tek bir alternatif okuması. Tabii bu biricik okumanın, resmi tarihi yalanlaması entelektüel bir zaruret. Bu nedenle de kutsal, dokunulamaz, eleştirilemez. Eleştirmeye; karanlık, hatalı ve taraflı yanları üzerinden didik didik etmeye kalkışmaya gör, resmi tarihçi oluveriyorsun. Ya ocusun ya bucu. Halbuki hem alternatif hem resmi tarih metinlerinin Umberto Eco'nun ifadesi ile "çoklu okumaları" mümkün. Ancak bugün bu memlekette resmisi ile birlikte alternatifi de artık kendi tek okumasını dayatıyor. Çoklu okumayı engelleyen, reddeden bir alternatif, resmiyetten bunalan dimağlara reva mıdır? <br />
<br />
Alternatif tarihin çıkışı ne kadar saygınsa mevcut hali o asil çıkış noktasına o kadar saygısız. Neydi o çıkış noktası? Hakikât algısını elinde tutan güç odaklarına baş kaldırmak, iktidarların susturduklarının sesi olmak (history from below) değil miydi? Bu bizim alternatif tarih ne zaman başladı susturmaya, pıstırmaya, dayatmaya? Çoklu okumalara müsade etmeyen bir güç odağı olmayı nasıl içine sindiriyor böyle?<br />
<br />
Alternatif tarihin başlangıç noktası olarak ünlü İngiliz tarihçi Edward Thompson'ın 1963 yılında basılan <i>The Making of the English Working Class </i>kitabı kabul edilir. 19. yüzyıl İngilteresi ve ötesine o zamana kadar kimse çalışan sınıfın gözünden bakmamıştır. Daha sonra 1970ler ve 80lerde, özellikle çağdaş düzenin sosyal, ekonomik, politik dinamiklerini anlamak niyeti ile, kaynakça olarak günlük, mektup, roman, gazete ve dergi kullanan sayısız metin ortaya çıktı. Ne var ki bu metinler, akademik tarih içinde değil sosyoloji, edebiyat ve politika felsefesi kapsamında ele alındı ve alınıyor.. Bence de doğru olanı budur.<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-HSKe6aUHBd0/UFA4_TESrNI/AAAAAAAAA0o/K1N-_un-YAk/s1600/Alternate-History.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="512" src="http://3.bp.blogspot.com/-HSKe6aUHBd0/UFA4_TESrNI/AAAAAAAAA0o/K1N-_un-YAk/s640/Alternate-History.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
Alternatif tarihin varolma nedeni akademik tarihin yerine geçmek değil, bugün odaklı "anlama" çalışmalarına "çoklu okumalar" sunmaktır. Diğer bir deyişle örtülü bir anlamı keşfetmek değil, yeni bir anlam yaratmaktır. O anlam da tek hakikâtı değil, hakikât algılarından sadece birini temsil eder. Alternatif tarih keyfi değildir; kötücül, taraflı, kişisel olmamalıdır. Akademik tarih kategorisinde olmaması onu tarihyazımındaki Weberyen sorumluluk etiğinden muaf tutmaz. <i> </i><br />
<br />
<i> Kaynak: </i>Domanska, Eva.<i>'</i>Historiographical Criticism: A Manifesto.' Keith Jenkins, Sue Morgon and Alan Munslow (eds) <i>Manifestos for History. </i>New York: Routledge, 2007. pp. 197-204.<br />
<i> </i>peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-76130803977321382712012-08-25T06:42:00.000-07:002012-08-25T06:42:36.514-07:00BODRUM GÜNLÜĞÜ -III (SON)Ne demiştim? Hatırlamıyorum kimindi bu "Bolluk, bereket emek ister" sözü. Doğayı kendi emrine amade zanneden, park ettiği arabasını göremediği için ağaç kestirenler memleketinde ne büyük bir çelişki bu kadar çok insanın bereket, bolluk dilemesi. Ben Yalıkavak Marina'nın hikayesini bilmiyordum. Annemin artık Bordum'un yerlisi olmuş arkadaşı anlattı.<br />
<br />
Jef Kamhi önce denizi doldurtmuş, boğaz daralmış, panorama değişmiş ama tekneler daha kolay yanaşır olmuş. Sonra bir Azeri işadamı marina inşaatını üstlenmiş. Bir kasabanın sahil şeridini gelip duvarla çevirmişler ardından. Ama görseniz sanatçı elinden çıkmış, o taş duvara yelkenli ve dalga oturtmuşlar.<br />
<br />
Dalga geçer gibi...<br />
<br />
Bir kasabanın rüzgarını kesebilme gücü var bu ülkede bazı insanların. Buna izin verecek yerel yöneticiler de. Bir zamanlar denize bakan evlerinde şimdi oturup taştan yelkenlilerle avunması beklenen insancıkların ise sesi de yok gücü de... Hayatımda servet düşmanı olmadım, kimsenin kişisel lüks harcamasını yargılamadım. Ama parasıyla rüzgar kesen, duvar ören her kimse bolluk, bereket yüzü görmesin inşallah.<br />
<br />
Bodrum halkı esprili. Marinanın içine "Milyonerler Kulübü" diyor. Estetik bulmadıkları Atatürk heykelinin önündeki dolmuş durağının adının "Beton Kemal" olmasına gülmüştük de buna insan gülemiyor.<br />
<br />
Güneş çok güzel batıyor Yalıkavak'ta. Biz de Cafer'in Yeri'ne yollanıyoruz yavaş yavaş. Bayram yaklaşıyor ya, fiyatlar da bayramlık olmuş. Geçen hafta kilosu 60 lira olan tekir bu akşam 80. Çiçek dolması hayatımda yediğim en lapa dolma. "Ne yapalım bayram öncesi" diyoruz yine, kalkıyoruz. <br />
<br />
Ertesi gün arife. Aramızda klostrofobikinden panik ataklısına ne ararsan buluduğu halde aklımızı peynir ekmekle yediğimiz için giyinip Turgut Reis pazarına gitmek üzere yola çıkıyoruz. Dönmemizden önce başka pazar yok, ne alacaksak buradan alacağız.<br />
<br />
Kimse yanına doğru düzgün CD almamış olduğundan ben geçen hafta Bodrum Strabucks'tan JukeBox diye bir tane satın aldım, onu dinliyoruz. Şöför olmanın avantajını kullanarak iki şarkıda bir Ayten Alpman'dan Söyleyemedim'e dönüyorum.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<iframe allowfullscreen="allowfullscreen" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/zprNEo1_CBk" width="420"></iframe></div>
<br />
Bizimkileri pazarın orada bırakıp park yer bulmak için küçük bir Turgut Reis turu atıyorum. Tam başladığım yere dönmüştüm ki cillop gibi pazar yanı park yeri beni bekliyor. Orada kaldırımın önünde duran kadını neden orada durduğunu anlayamadan biraz iteleye iteleye park ediyorum. O sırada arkamdaki araba da çıkınca kadıncağız o tarafa doğru yöneliyor ama başka bir araba aynen benim yaptığım gibi park ediyor. O sırada kadının kocası olduğunu anladığımız adam ağzından köpükler saça saça hem arkamdaki arabanın şöförüne hem karısına bağıra bağıra beliriyor siyah arabasının içinde. Meğer karısına park yeri tuttururmuş. Gelip de park yeri bulamayınca hem karısını hem öbür şöförü arabasıyla pazarın girişine kadar kovalıyor.<br />
<br />
Herkes pazarın bir köşesine dağılıyor. Ben seramik nihaleler, bardak altları, boncuklar, yemeniler içinde kayboluyorum. Sporuna bana söylenen fiyatın 5 lira altını söylüyorum geri, çoğunda tutturuyorum. Pazarlık yapmaya ısınıyorum böylece yavaş yavaş. Alışverişini bitiren Alin's diye bir kafe var, oraya geçip oturacak. Cappuccino'nun yanında Belçika'nın Lotus diye karamelli bir bisküvisi vardır ya, ondan veriyorlar. Ben hep fazlasını istiyorum, "zor zamanlar" için çantamın içine atıyorum sonra. En son ben gelmişim. Ne yapalım yarma şeftali çıkmış, almasam olmaz. Kokusu burnumu tutan tarla domatesinden almasam olmaz. Güneşte kurumuş domates almasam hiç olmaz. Öyle diye diye vakit geçmiş, anlamamışım. Sempati'de çiğ börek yiyor ve asfalt eriten sıcakta evimize geri dönüyoruz. <br />
<br />
Hiç dönmek istemiyorum bu sene şehire. Karabiber ağaçlarını, begonvil gölgesini, uzun kahvaltıları bırakmak istemiyorum. Geceleri terasta kafamı kaldırıp yukarı baktığımda bana dünyanın merkezi olmadığımı hatırlatan yıldızları göremediğim bir yerde olmak istemiyorum.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-JtUQ4bggtOE/UDjVIDNjJdI/AAAAAAAAA0A/kdL5KWWAgQo/s1600/photo-1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="300" src="http://4.bp.blogspot.com/-JtUQ4bggtOE/UDjVIDNjJdI/AAAAAAAAA0A/kdL5KWWAgQo/s400/photo-1.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
Üstelik ben şehir insanıyımdır. peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-3057386428382817312012-08-18T14:34:00.000-07:002012-08-19T04:25:38.641-07:00BODRUM GÜNLÜĞÜ-IIDereköy'deki yangın maalesef 10 köy evini de küle çevirdi. Ertesi gün yeniden başlayan yangını söndürmek için bu sefer bir helikopter geldi, aynı kovayı onlarca kez bizim koya daldırıp çıkardı ki yangın sönsün...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-yuH7E33Lz9k/UDDMGnC6GSI/AAAAAAAAAzQ/0YmxvFevg5o/s1600/SDC11711.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="300" src="http://1.bp.blogspot.com/-yuH7E33Lz9k/UDDMGnC6GSI/AAAAAAAAAzQ/0YmxvFevg5o/s400/SDC11711.JPG" width="400" /></a></div>
<br />
<br />
Sabahları deniz soğuk ama çarşaf gibi oluyor. Hep aynı insanlar var etrafta da. 2 yaşındaki Kuzey dün gece "oha" demeyi öğrenmiş, bu sabah bütün kumsalı inletiyordu. Kuzey'in arkadaşları Teoman'la Metehan kardeşler daha uslu. Yalnız, insan neden tarihi bir baba-oğulun ismini abi-kardeş çocuklarına verir ki, üstelik oğlan babayı öldürerek tahta geçmişse.<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-jLORJ99t8yY/UDDMUip3r4I/AAAAAAAAAzc/dQd0hmAUfrA/s1600/SDC11713.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="300" src="http://3.bp.blogspot.com/-jLORJ99t8yY/UDDMUip3r4I/AAAAAAAAAzc/dQd0hmAUfrA/s400/SDC11713.JPG" width="400" /></a></div>
<br />
<br />
Bir sabah plaja giderken Aysu Hoca ile karşılaştım. Sarı Vosvos'unun içinde gazetelerin kitap eklerini karıştırıyordu. Meğerse yeni kitabı çıkmış yorumları merak ediyormuş. Cumhuriyet Kitap'ta denk gelince bir yoruma heyecanlandı. Ben de "darısı başıma böyle heyecanların" diyerek yoluma devam ettim. Bu aralar kitap eklerinde Ernest Bloch'un Umut İlkesi'nin 2. cildi çıkmış, o var. Vallahi ben Tanıl Bora çevirisi bile olsa Ernest Bloch'u Türkçe okumaya kalkışmazdım. Neyse. <br />
<br />
Gümüşlük kış hayallerimi süslediği haliyle çıktı karşıma bu sene de çok şükür. Atölyecilerin tezgahından terasa koymak için seramik değirmen, efil efil bir elbise, küpeler ve Bodrum boncukları aldım. Cumhur'un Yeri'ne gideriz mutlaka hep akşam yemeği için. Çiçek dolması, deniz börülcesi, kalamar ızgara ki sirke, kırmızı biber ve zeytinyağ ile şenlendirilmiş eşsiz bir tatdır, yemeden olmaz!<br />
<br />
Olmaz da bu sene masaların sayısını çoğaltmışlar sanki. Yetişemiyorlar servise. Izgara içeride tıkış tıkış, balık zamanında gelemiyor. "Bayram yaklaşıyor ondan" dedik ama biraz da burulduk tabii. Arkamızda Jehan Barbur ve kocası oturuyordu, yoldan geçen Burhan Şeşen'i çevirip masalarına davet ettiler. Ertesi günkü Bülent Ortaçgil konserine hazırlanıyorlarmış.<br />
<br />
Her sene daha kalabalık, etkinlik sayısı daha fazla. Bakalım nereye kadar hayallerimdeki gibi bulmaya devam edeceğim Gümüşlük'ü? Kapısında kumlu ayakların su kabağından bir kepçe ile yıkandığı sahil evinin hayali daha ne kadar devam edecek? Böyle böyle derken ama, bir akşam daha kalktık vardık bu sevgili yere. Bu sefer Dalgıç'ta ev yemekleri yedik. Yoğurtlu semizotunun hastasıyız hep beraber. Aşağıdakine benzer diyaloglar yaşandı bütün gece:<br />
<br />
-Abi şu tabakları alayım da köfteye yer açılsın.<br />
...<br />
-Semiz! Semiz nerde?<br />
-Semizi almışlar.<br />
-Abi, semizi de almışsın.<br />
-Semiz yok bende olum.<br />
-Semiz nerde?<br />
-Semiz bende.<br />
-Bulduk semizi.<br />
<br />
Arka bahçede bir gün sonrasının yemekleri için bamyalar, börülceler ayıklanıyordu. Bir yavru köpek oraya sığınmış, sevgiyle bakılıyordu. Biz de sevgiyle uğurlandık. Belki de hayal sandığımdan biraz daha uzun sürer, belli mi olur!<br />
<br />
Sırada: Yalıkavak Hikayeleri ve Turgut Reis Pazarı<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-nJT4jdRMTtA/UDAHJHXzaXI/AAAAAAAAAyk/OIK-KhxOIlE/s1600/DSC00020.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="http://1.bp.blogspot.com/-nJT4jdRMTtA/UDAHJHXzaXI/AAAAAAAAAyk/OIK-KhxOIlE/s400/DSC00020.JPG" width="300" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-69120887856525653912012-08-14T08:25:00.003-07:002012-08-14T08:25:43.902-07:00BODRUM GÜNLÜĞÜ<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-zPFkhdvUgK0/UCptCOpG0KI/AAAAAAAAAx4/3hki3jluKWw/s1600/SDC11704.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="300" src="http://2.bp.blogspot.com/-zPFkhdvUgK0/UCptCOpG0KI/AAAAAAAAAx4/3hki3jluKWw/s400/SDC11704.JPG" width="400" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
Çok şükür deniz tatilim başladı. Bayrama kadar ne yaptık yaptık, sonra doğal kaynakların paylaşımı üzerinden kıyamet kopacak çünkü kalabalıktan. <br /><br /><br />Sabah gazete almaya ben çıkıyorum. Önce iskeleye kadar yürüyüp oradan site komşumuz Nigar Uluerer'in evinin önünden geçiyorum. Arabasını bu sabah dışarı park etmiş. Arkadan vuruk arabanın yolcu koltuğunun başlığına peruklarından birini takmış kadın; korkudan altıma ediyordum ne olduğunu anlayana kadar. <br /><br /><br />Bizimkiler yaz hovardalığında Aydınlık gazetesi de alıyorlar eve. İçinde bir Ergenekon duruşma diyalogu var ki evlere şenlik. Yani, Aziz Nesin ölmedi, Silivri'de yaşıyor. Özetle şöyle: Hakim: "İtiraz etmeyin. Tuncay Özkan'ı dışarı çıkarın." Özkan: "Daha itiraz etmedim ki. Soru sormak için el kaldırıyorum." "Dışarı." Avukat Nazlı Çubuklu: "Bu nasıl yargılama? Böyle yargılama mı olur?" Hakim: "Siz de dışarı." Tümgeneral Hıfzı Çubuklu: "İnsanları tahrik ediyorsunzu ama" Hakim: "Lütfen oturun." Çubuklu: "Zaten oturuyorum." Hakim: "Veli Bey gülünecek bir şey yok. Yargılama yapıyoruz. Böyle yargılama olmaz." Veli Küçük: "Çok haklısınız, böyle yargılama olmaz."<br /><br /><br />Bugün Bodrum'un bez pazarı. Kissy babamın anneannesinden kalma güzelim mutfak perdelerimde iki patilik delikler açtığı için onlar tamir edilirken yeni perdelere ihtiyacım var. Yola düştüm. Bodrum'da kullandığımız araba otomatik, deli ediyor beni. Yokuş yukarı virajlarda ben gaza basıyorum, o vites atıyor. Köh köh kalıyorum bir-iki saniye öyle. Neyse, Bodrum'a dolmuşla iniyorum Allahtan. Rüzgar püfür püfür. <br /><br /><br />Türk kahvesi almak için girdiğim kuruyemişçide tezgah altı Datça bademi satışına tanık oluyorum. Meğer Bodrum'da bir tek orada satılırmış ve sadece hatırı sayılır müşterilere. İstanbullu, belli çok güngörmüş bir hanımefendi 2 kilo alıyordu. "Benim bademli pilavım meşhurdur evladım. Her yıl buradan toptan alırım" dedi. Sus payı, benim de yarım kilo almama izin verdiler. Uranyum taşıyormuşçasına ciddi ve ketum, kafamı eğerek teşekkür edip yanlarından ayrıldım. <br /><br /><br />Dalyancı'nın bu seneki kolleksiyonunda beğendiğim bir şey olmadı. Ben etrafa bakarken içeride bir kapı krizi yaşandı. Süleyman kimse, Dalyancı'nın kapısını, çok beğeniyor herhalde, ikide bir alıp gidiyormuş. "Oğlum" diye sesleniyordu Dalyancı ayrılırken, "Sülo yine kapıyı aldı gitti. Hadi getir şu kapıyı." <br /><br /><br />Bu yaz kumsalda okumak için bir dandik kitap ararken Ankara'da, şu Dizüstü Yayınları'ndan bir şey alayım bari demiştim ama o kadar felaketti ki aldığım kitap, "deterjan kutusu okurum daha iyi" deyip yanıma almadım bile. Bodrum'daki evde her gelenin yanında getirdiği kitabı bıraktığı bir kütüphane oluştu. "Bari bunlarla deneyim şansımı" dedim. Elif Şafak'ın Aşk'ını aldım elime istemiye istemiye. Abim "Yok cidden, bu kitap o kadar fena değil. Sufizimi çok iyi anlamış, orası kesin" deyince biraz heveslendim. Hatta "İstersen önce Ahmet Ümit'in Bab-ı Esrar'ını oku. İkisi de aynı kitabı yazmışlar aslında, kıyaslarsın" dedi. Marina'ya yürüdüm o yüzden, oradaki D&R'da buldum kitabı. <br /><br /><br />Kahvemi içtim, pazarda "eski perdelerimi kedi yedi" deyince kedi indirimi aldım. Tam da dönüş için dolmuşa binmiştim ki telefonum çaldı. Bamya pişmiş, bekleniyordum. Sadece Ege bamyası yediğim için özel davetle çağrılıyordum sofraya, ben gelmeden de kimse başlamıyordu yemeğe. <br /><br /><br />Dolmuşla eve dönerken ortalığı bir is kokusu kapladı. Kafamızı bir kaldırdık ki Erenköy tepeleri yanıyor. Yangının üstünde bir biçare uçak, alçalıp alçalıp bir şey yapamadan çaresizce uzaklaşıyordu. Kesin 2B arazisi olacaktır o tepe de, sonra yanmış/yakılmış orman arazisine inşa edilecek villalarını insanlar "bereket" diye seramik narlarla donatacaktır. Nerede okudum "bereket, bolluk emek ister" diye... Önce emek vereceksin; narlara, sarı başaklara umut bağlamak sonra. <br /><br />Kendi mültimilyoner karşı komşumuzu düşündüm. Sitenin Topçam Sokağı'nda oturmamıza rağmen arabasına park yeri açmak için bütün topçamları kesti, bir tane bırakmadı. Ama karşılığında her yere zeytin ve nar ağaçları diktirdi, kendi yokken de baktırtıyor ağaçlara. Ahlaki bir ikilem içinde bıraktı bizleri. Topçam Sokağı'nda topçam kalmadı diye kızmalı mıyız yoksa Topçam Sokağı'nı gölgeleyen zeytin ve nar ağaçlarının tadını mı çıkarmalıyız? Bilemedik.<div>
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-cqFY1nkBnlY/UCptLGJXkzI/AAAAAAAAAyA/-JVFQCNN-gE/s1600/SDC11705.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="300" src="http://2.bp.blogspot.com/-cqFY1nkBnlY/UCptLGJXkzI/AAAAAAAAAyA/-JVFQCNN-gE/s400/SDC11705.JPG" width="400" /></a></div>
<div>
<br /><br />Alt komşumuz memnun hayatından. Bu sene koya gelen turist teknelerinin yanında yüzüyormuş. Tatilin başından beri RayBan gözlük, ToyWatch saat ve 20 lira bulmuş. "Bir öğlen siz de gelin" diyor... <br /><br /><br /><br /><br /> </div>
peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-24526528828480334042012-08-07T12:48:00.003-07:002012-08-07T12:48:23.799-07:002012 KEDİ OLİMPİYATLARIBu seneki kedi olimpiyatlarının yükselen yıldızı Kissy'i bekliyoruz heyecanla. Her gece olduğu gibi bu gece de saat tam 23.00'de, 100 metre engelli koridor koşusunu gerçekleştirecek. <br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/--Fitc47ZCuU/UCFvqMBZBkI/AAAAAAAAAw8/XZuGbq2WcB8/s1600/SDC11695.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="http://3.bp.blogspot.com/--Fitc47ZCuU/UCFvqMBZBkI/AAAAAAAAAw8/XZuGbq2WcB8/s320/SDC11695.JPG" width="320" /></a></div>
<br />
Kissy ya da hayranlarının Kıvanç Tatlıtuğ'a benzerliğinden dolayı kendisine taktıkları isimle Kissy Tatlıtüy yarışlara 7 kiloda katılıyor. İnsan yılıyla 1,5, kedi yılıyla 10,5 yaşında.<br />
<br />
Pati atma, ısırıp koparma, 4. kattan aşağı serbest atlayış dallarında altın madalyası bulunuyor.<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-F2DgrJCY2V8/UCFwE_yKmFI/AAAAAAAAAxE/H3p91oQeFO4/s1600/SDC11694.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="http://3.bp.blogspot.com/-F2DgrJCY2V8/UCFwE_yKmFI/AAAAAAAAAxE/H3p91oQeFO4/s320/SDC11694.JPG" width="320" /></a></div>
<i><br /></i>
<i>kırt kırt kırt</i><br />
<i><br /></i>
Evet sayın seyiricler, saat 10.58. Kissy kuru mamasını yedi.<br />
<br />
<i>şlöp şlöp şlöp</i><br />
<i><br /></i>
Tüylerini yaladı, Start çizgisinde tertemiz, pırıl pırıl gerildi bekliyor.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-V4yjpMPs9pw/UCFwS6Cp8rI/AAAAAAAAAxM/MkSjqYk6624/s1600/SDC11687.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="http://2.bp.blogspot.com/-V4yjpMPs9pw/UCFwS6Cp8rI/AAAAAAAAAxM/MkSjqYk6624/s320/SDC11687.JPG" width="320" /></a></div>
<br />
Gerildi. Gerildi. Veeeee yarış başladı.<br />
<br />
Çalışma odasından başlayan koşu, koridor boyu devam ediyor sayın seyircier. Nefesimizi tuttuk.<br />
<br />
Önüne çıkan sehpa, saksı ve vazo engelleri üzerinden başarıyla bir bir atlayan Kissy, hızını alamayarak mutfak duvarına toslamak suretiyle yarışı birincilikle bitirdi. Derecesi bir sehpa devirdiği dün geceye kıyasla çok daha iyi. Finalde koşacak.<br />
<br />
Sevincini sahibiyle paylaşmak isteyen Kissy, ona hatıra olarak koridorda koşarken avladığı kara sineği getiriyor.<br />
<br />
Çok duygusal anlar yaşanıyor sayın seyiricler... <br />
<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-D-Xm1ccvPTM/UCFwftU6yHI/AAAAAAAAAxU/Emrgl46NZlw/s1600/SDC11682.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="http://4.bp.blogspot.com/-D-Xm1ccvPTM/UCFwftU6yHI/AAAAAAAAAxU/Emrgl46NZlw/s320/SDC11682.JPG" width="320" /></a></div>peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2292393517792430373.post-7405823821696575622012-08-03T14:14:00.000-07:002012-08-03T14:14:11.315-07:00ÇOCUK GELİN MELEK VE FATMA ŞAHİNÇocuk gelinlikten, şiddetten aklı yitmiş küçük Melek'in ölüm haberi hepimizi ağlattı geçen hafta. Babası ezdikleri, dövdükleri kızını kaç kere alıp da evine getirmiş ama aile büyükleri "namustur" diye yollamışlar geri o cehenneme.<br />
<br />
Yoğun bir haftanın nihayetinde televizyon başında uyku saatinin gelmesini bekliyorum. Bir baktım Aile ve Sosyal Politika Bakanı Fatma Şahin. Melek meselesine sahip çıkmış, "başka Melekler ölmesin" diyor, "ataerkil sistemin sorgulanması lazım" diyor, "zihinsel dönüşüm gerekli" diyor. Sevinmek, kıvanmak lazım değil mi böyle bir bakanımız olduğu için?<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-fHPDHaFxnMU/UBw-r1pufBI/AAAAAAAAAwY/gO33RRGHI7s/s1600/file.ashx.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-fHPDHaFxnMU/UBw-r1pufBI/AAAAAAAAAwY/gO33RRGHI7s/s1600/file.ashx.jpeg" /></a></div>
<br />
<br />
Asla! Kürtaj, sezaryen konusundaki sessizliğini, kadınları "ataerkil sisteme" ve söyleme terk edişini Melek'le temize çekmesine izin vermek mümkün deği.<br />
<br />
Zihinsel dönüşümün kendisinden başlaması gereken Başbakan, sezaryenle, kürtajla, kadın-erkek eşitliği ile ilgili malum çıkışları yaptığında neredeydiniz Sayın Şahin? Neden "kadın bedeni, kadının kararı" diyemediniz? Liseli kızlara evlenme izni çıktığında neredeydiniz? Neden o zaman "biz kız çocuklarının birey olarak yetişmesini istiyoruz" diyemediniz!<br />
<br />
Melek meselesi çok acı ama çok acı olduğu için tepki vermek de kolay. Mütedeyyin kardeşlerimizin "merhamet" duygusuna dokunan her meseleye "çok acı" diye tepki vermek kolay. "Burada çok ciddi bir şekilde canımın yandığını ifade etmek istiyorum" demek... Ama önemli olan zihin değişikliğiyse gerçekten, merhametin çare olmadığı yaraları da saralım lütfen! Merhameti çıkarın politikanızdan, elinizde birkaç sosyal hizmetten gayrı ne kalıyor? Sosyal hizmet eyvallah, ama artık biraz da sosyal politika üretin. <br />
<br />
Melek için söylediklerinizi çıkıp kürtaj, doğum, evlilik konularında serbestce, teklifsizce, hoyratça atıp tutan Başbakan'a ne zaman söylediniz o zaman beni kazandınız. O zaman sizi "ataerkil sistemle mücadele içinde" sayarım. <br />
<br />
Yoksa, şu halinizle/halimizle kendinizi Melek'le temize çekemezsiniz.<br />
<br />
Ayıp oluyor.peripatetichttp://www.blogger.com/profile/05811512089905122844noreply@blogger.com0