31 Temmuz 2010 Cumartesi

HEM 100 METRE HEM ENGELLİ

Başbakanının meydanlarda "kadın erkek eşit değildiiir" diye bağırdığına şahit olduğumuz bu ülkede Nevin Yanıt'ın Avrupa Şampiyonu oluşu sular serpti her akşam televizyon başında sıkışan yüreğime....



Yaşa Nevin. 100 metre engellide Avrupa Şampiyonu Nevin. Bu ülkede her gün, sabah akşam, defalarca hem 100 metre hem engelli koşup duran biz kadınlar takdir ederiz en çok senin başarını.

22 Temmuz 2010 Perşembe

“ZEYTİNDAĞI” YENİDEN…

Mahruti

Bu yazı Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı adlı kitabını önceden okuyup unutmuşlar ve aynı zamanda sadece adını duymuş ya da hiç duymamışlar için yazılmıştır. Yakın bir zamana kadar ibret verici, tarihsel belge niteliğinde bir anı kitabı olarak değerlendirilebilecek bu eser, bir süredenberi başka anlamlar da taşımaktadır. Okunduğunda, bugün için öncelikle alınacak ders, rasyonel aklın toplumun yaşantısına, yönlendirilme ve yönetilmesine egemen olmadığı durumlarda, çağın gerçeklerini algılayamamaktan doğan karanlıklara düşmenin, felaketlere uğramanın ve uygarlık yarışında gerilerde kalmanın kaçınılmaz olduğudur.

Ülkemizin tarihi, bu algı eksikliğinin doğurduğu acı sonuçlar ve sonunda onların telafisi için verilmek zorunda kalınan ve çok kere ancak yarım başarılar getiren çetin mücadeleler ile doludur. Tarihimizdeki bütün bu kısa vadeli çözümlerin boşunalığı, 1918 yıkımından sonra, dünyayı bilen ve rasyonel düşünebilen aydınlar tarafından kesin olarak anlaşılmıştır. Mustafa Kemal'in önderliğinde önce kanla, sonra fikirle yapılan eylemler ile çağdaş bir düzen getirmek üzere toplumun yapısını kökten değiştirme yoluna gidilmiştir. Bunun getirdiği onur, umut ve güven duygusunun Cumhuriyet’in ilk dönem aydınlarının ruhlarından nasıl taştığını, kalemlerine yansıdığı biçimiyle günümüz kuşaklarının okuyup öğrenebilmesi mümkündür. Bu aydınlar, Falih Rıfkı, Yakup Kadri, Halide Edip, Şevket Süreyya ve diğerleri ibretle okunmalıdır. Böylece, çağdan uzak düşmenin ne demek olduğu ve ülkemizin çağı yakalama savaşımının ne kadar zor ama o kadar da kutsal bir çaba olduğu anlaşılmalıdır.

Osmanlı’dan gelip Cumhuriyet’e kavuşan aydınlar saltanat hükümetlerinin cahilliği ve yoksulluğu gidermedeki başarısızlıklarına ek olarak, bir de hazırlıksız girilen ve kötü yönetilen Dünya Savaşı’nın acı sonuçlarına tanık olmuşlardı. Bu aydınlarımız içinde önemli bir yeri olan Falih Rıfkı Atay’ın yazmış olduğu Zeytindağı kitabı bize onların duyup yaşadıklarını ve çıkardıkları dersleri anlamak bakımından değerli bir belge niteliği taşır. Bu kitapta, hiçbir gerçeğe dayanmayan boş hayaller uğruna orduların insafsız çöl ortamına nasıl sürüldüğünü; açlık, susuzluk ve donanımsızlık içinde ısrarla sürdürülen anlamsız çatışmalar ve hastalıklarla askerin nasıl boşuna feda edildiği ve bütün bunlara karşın insanımızın gösterdiği fedakarlık ve kahramanlıklar anlatılmıştır.

Falih Rıfkı kitabının sonuna doğru, yedeksubay olarak içinde bulunduğu Cemal Paşa’nın 4. Ordu karargahı ile birlikte artık İstanbul’a temelli dönüş trenindeyken hüzünle geriye bakıp şunları düşünüyor:

“Tren giderken iki tarafımızda Suriye ve Lübnan’ı bir safra gibi boşaltıyoruz. Yarın kendimizi Anadolu köylerinin arasında Kudüssüz, Şamsız, Lübnansız,Beyrutsuz ve Halepsiz, öz can ve öz ocak kaygısına boğulmuş, öyle perişan bulacağız…Anadolu hepimize hınç, şüphe ve emniyetsizlikle bakıyor. Yüzbinlerce çocuğunu memesinden söküp götürdüğümüz bu anaya, şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz.” (s.118)

Ve kitabın son bölümlerinden birini şu cümlelerle tamamlıyor:

“Mustafa Kemal Büyük Harbe girmek aleyhinde idi: ilim adamı olduğu için!

Mustafa Kemal Kurtuluş harbini bırakmak fikrinde asla olmadı: vatan adamı olduğu için!

İşte size bütün kitabın özü: ilim ve vatan adamı olunuz.

Hiç biri, yalnız başına ne sizi ne milletinizi kurtarabilir.” (s.121)

‘İlim’, çağdaş ve akılcı düşünce; ‘Vatan’, Anadolu ve Trakya’dır. Ülke böyle kurtulmuş ve kurulmuştur. Tersine hayaller içinde olanlara, daha gerilerdeki acılara değinmeye gerek kalmadan, çöl kumlarına ve Kanal sularına düşüp kalmış Mehmetçikleri hatırlatarak, bitirelim.

(Kullanılan kaynak: Zeytindağı, Falih Rıfkı Atay, Remzi Kitabevi, İstanbul 1938, ilaveli ikinci baskı, resimli)

18 Temmuz 2010 Pazar

MANYAK YETİŞTİREN EĞİTİM SİSTEMİ


Daha önce eski tarihi binasının yıkılacak olması vesilesi ile yaratılan nostaljiyi hiç bir şekilde paylaşmadığım okulum hakkında yazmıştım. Dünyanın parasının kova kova döküldüğü bu okulda lafın gelişi değil, kelimenin tam anlamıyla ruh hastası öğretmenlerimin olmuş olduğunu... O okulun altın günlerinden emekli öğretmen rahmetli anneannemin bendeki emeğinin sınıf öğretmenlerimden fazla olduğunu...

Epeydir görüşmediğim abimle hasret giderirken konu çocukluk günlerimizden açıldı yine. Benim iki yaş büyüğümdür, benim gibi ilkokul, ortaokul, lise bu okulun mezunudur. "Bizim günlerimizden bu yana hiç bir şey değişmemiş, biliyor musun" dedi; "Kolejin ilk kısmı hala çok garip." Arkadaşının kızının öğretmeni mesela, sınıfı ikiye bölmüş; "Öğretmenin Kümesi" ve "Tembeller Kümesi" diye. Tembeller kümesinden, öğretmenin kümesine geçiş yokmuş (kast sistemi mübarek) ama öğretmenin kümesinden atılınabiliyormuş. Her yıl 15 bin lira verdiğim okulda çocuğum sınıfta her sabah "Tembeller Kümesi"nde otursa yıkarım o okulu ben, yıkarım. Öğretmenin kümesine geçemiyecekse çocuk ayrıca zaten niye çalışsın ki!?! Bir de öğretmen "evinize kamera yerleştirdim, her yaptığınızı görüyorum" da demiş, kızın ödü kopuyormuş tuvalette öğretmeni görecek diye...



Bu eğitim sisteminin neresinden tutup ne yapmalı bilmiyorum ki! Bir yerde öğretmenler de öğrencileri kadar çaresiz, fakirlik ve her türlü yetersizlik içinde bir şeyler öğretmeye çalışyorlar. Diğer taraftan iyi eğitim için paralar dökülüyor ama manzara bu... Sonra bu çocuklar niye manyak oldu !?! Sonra ben niye manyak oldum !?!

Son olarak abimle korkunç ilkokul anılarımızı paylaşırken, O da kendi eşsiz dağarcığından şu anıyı çıkardı: Gayet sert bir genç kadın olan ilkokul öğretmeni, sınıfa belli miktarın üzerinde para getirmeyi yasaklamış. Bugünün çok meşhur bir müzisyeni/aranjörü/bestecisi olan çocukcağıza da o gün bozuk para olmadığı için büyük kağıt para verilmiş. Çocuk korkusundan öğlen sosisli sandiviç aldıktan sonra paranın üstünü çöpe atmış.

Paranın izi sürülürek çocuk bulunularak cezalandırılmış tabii. Halbuki iletişimsizlik, korkutma, sindirme adına çıkarılacak çok ders varmış bu olayda ama nerdeee....

Allah bütün çocuklarımızı korusun, esirgesin, eşit ve adil şartlarda birey yetiştiren bir eğitim sisteminin parçası yapsın inşallah. Amin.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

YAZ YAZILARI-3

Her türlü yaptırım , kötü söz, aşağılama, yargılama ve espadril düşmanlığına rağmen Tchibo'da 16 liraya görünce aldım gitti espadrilleri. Aldım gitti. Al-dım git-ti...


11 Temmuz 2010 Pazar

YAZ YAZILARI-2

Dün bu haberi Hürriyet'te okudum ve "aha" dedim "işte benim bu ülkede neden asla huzur bulamayacağımın ispatı." Gürültüden, karmaşadan, televizyon ve müzik sesinden kaçış yok artık. Ben küçükken sokakta sesim çok çıktığında eve geri çağrılırdım. Çağrıldım mı geri dönüşü yoktu, abimin "oh olsun"ları arasında utanç yürüyüşü ile veda ederdim o günkü sokak hakkıma. Şimdi çocukları bir yerlerini yırta yırta saatlerce bağrıyor ve biraz yan tarafta anneleri sakin sakin oturuyorlar. Kaçış yok, huzur yok, sükünet yok...

Kafa dinlemek, sakin olmak artık parayla satın alınabilecek bir şey de değil... İşte! İşte, insalar sakin sessiz denize girmek istiyorlar, bedelini ödeyip Silent Beach'e (Sessiz Plaj) geliyorlar ve zıttırık adamın teki yanındaki kıza müzik dinletmek için I-pod'unu hoparlöre bağlıyor ve başlıyor müzik yayınına... Madem müzik yayını yapacaksın sessiz beach'te ne işin var, madem sen de sessizlik istiyorsun niye müzik yayını yapıyorsun.

Yakın arkadaşı Derin Mermerci’yle Hillside Beach Club’ta tatil yapan Serhan Aloğlu ilginç bir tartışmanın ortasında kaldı. Kulübün ‘Silent Beach’ denilen gürültüden uzak plajında müzik yayını yapmaya kalkan Aloğlu diğer misafirlerin tepkisini çekti. Çocukların bile alınmadığı tamamen ıssız koyda Derin Mermerci’ye sevdiği müzikleri çalan Aloğlu duruma tepki gösteren konuklarla mini bir tartışmaya girdi...
http://kelebekgaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay.aspx?P=2&cid=37620&rid=2368

Verecek param olsa, sessiz plaja gitsem bile biliyorum başıma böyle bir şey gelecek. Sessizliği, kendi sesini ve müziğini daha iyi duymak için kendine tanınan bir imkan sanan bir şey dibimde bitecek. Biliyorum.

YAZ YAZILARI-1

Hayat bildiğim gibi akmaya devam ediyor. Çalışıyorum; yaz bitmeden bitmesi gereken makaleler var. Yaz okulunda da dersim var bir tane. Gözümde geçen sene ortaya çıkan sorun nüksetti. Hastalik ciddi değil de kimse nüksetmesini beklemiyordu. O yüzden moraller biraz bozuldu. Kelime Oyunu'nu fırsat buldukça seyretmeye devam. En son "Marşandiz" sorusunda

_ Ü K T R _ N İ

görünümlü yanıta bakıp bakıp "Bir şey treni ama ne treni. Ne treni acaba" diyen kadıncağız sunucu da dahil herkesin sinirini bozdu mesela. Temmuz 11'i de ettik bu arada. Daha önceleri, yaz doğumlu olmama rağmen hiç sevmediğim yaz mevsimini sever oldum birkaç senedir. Sebeplerini düşündüğümde aklıma ilk gelenler:



1) Cam boncuk takılar

2) Yemeniler

3) Karpuz

4) Limon dilimli soğuk su

5) Limonata

6) Bisküvi arası dondurma

7) Yeşil çay ve limon çiçeği kokulu eau de cologne (Yves Rocher)

8) Hafif rüzgarla serinleyen akşamüstleri

9) Topukların arkadan parmakların önden fırlamadığı sandallar

10) Tatile erken çıkanların boşalttığı tenha Ankara

11) Okul hazırlığı yapmak için evlerine dönenlerin boşalttığı tenha Bodrum

12) İçi diri kalmış sımsıkı sarılmış kabakçiçeği dolması

13) Gümüşlük'teki Niyazi'de denizin içinde oturarak akşam yemeği yemek

14) 2'ye 5'e püfür püfür elbiseler alınan bez pazarları....

Güneş yanıkları, sıcakta zıplayan sinirler, pişikler için henüz yapacak bir şey yok tabii... Önümüzdeki hafta Ankara'da 36-37 dereceyi bekliyoruz.

4 Temmuz 2010 Pazar

BACAKLARINI BİTİŞTİREREK OTURMAK


"Deli deliyi görünce değneğini saklarmış" atasözü benim hayatıma Kıbrıs versiyonu ile, yani "Deli deliyi gözünden tanır" şeklinde yansımıştır her zaman. İçinde benim de olduğum ortama ne zaman bir deli girse soluğu hemen benim yanımda almıştır. Tunalı'da karınca gibi kaynayan yüzlerce akıllı insanı adam yerine koymayan bir deli amca, "hoş kafa, boş kafa ve taş kafa" arasındaki farkı ayaküstü bir tek bana anlatmıştır mesela. "Taş kafanın boş kafadan da kötü olduğunu," korkudan kaçamadığım için, o gün orada öğrenmişimdir. Yahut otobüste onca boş koltuk varken benim yanıma oturmayı tercih eden bir deli teyze, bana hayatımın travmasını yaşatmıştır. Kişilik bölünmesi, çift kutuplu rahatsızlık nedir bilmeyen bir üniversite öğrencisi olan bana, gülerek "Bahtın açık olsun" derken birden "terbiyesiz kızım terbiyesiz kızım" diye bağırmaya başlamıştır. Pabuç kadar dili olan, en son sözü söylemek adına saçmalamaya razı ben, öylece kalakalmıştım koltuğumda, yanaklarım al al...


http://picture-book.com/content/how-be-girly-girl-just-ten-days
(Angela Martini)

Geçen gün başıma gelen olayda yalnız, henüz karar veremedim yine deliye mi çattım yoksa bir muhafazakar Türkiye gerçeği mi yaşadım... Hacettepe Hastanesi'nin Oran'daki Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi'nin kafeteryasında oturmuş annemin seansının bitmesini bekliyorum. Bilgisayarım yanımda, elimdeki çeviriyi bitirmeye uğraşıyorum. Ak saçlı bir adam yanaştı yanıma ve bana "Bacaklarını bitişitirerek otur bak; dinimizin gereği gibi" demesin mi... Benim adamın ne dediğini algılamam ve "layynnn" diye ayağa kalkmamla, adamın da boyunun bitiştirmeye kalkıştığı bacaklar kadar olduğunu fark edip topuklaması bir oldu. Artık tanışık olduğumuz güvenlik, adamın peşine düşecekti de "yok" dedim.

Annem gelince hemen olayı anlattım. Masanın altına eğilip pantalon giyiyor olduğumu görünce gülmeye başladı "Amaan deliymiş o boşveeer" dedi. Dedi ama ben öyle kolay kolay boşveremedim bu olaya. Güvenliğin tanıdığının kızı yuvada öğrenmiş mesela "dini oturmayı." Biz yuvada makarna boyardık... Diğer taraftan, olayın gerçekleştiği mekan, semt, benim artık dini telkinle oturuşumu değiştirmeyecek yaşta oluşumu düşündüğümde de "deliydi herhalde" diyorum.

Yine de temkinliyim hala. Adamın "Allah'a emanet ol" diyerek ayakları yere bile değmeden Süper Mario koşuşuyla kaçması gözümün önüne geldiğinde gülmemeye çalışıyorum.