21 Haziran 2011 Salı

YAZMA SEMİNERİ SONRASI

Bir hesaplayalım bakalım. Nisan'ın ortasında başlayan yazma semineri sırasında haftada 12 saat derse girdim, 110 vize sınav kağıdı okudum, iki konferans sunumu hazıradım, bir kitap bölümü bitirip teslim ettim, 110 final kağıdı okudum, 1 atölye çalışması başvurusu yaptım, 2 katarakt ameliyatı sayısız pansumanın gönüllü, istekli refakatçisi oldum, 110 quiz kağıdı okudum, haftada 3 kere gittiğim yogaya 1 kere gidebildim, kortizonun alt üst ettiği metabolizmamı biraz daha ihmal ettim ama seminerde verilen her ödevi, son dakikada da olsa, yaptım. Final kağıtlarını okuduğum hafta sonu, bir de oturup Kemal Tahir'in Yorgun Savaşçı'sını da okudum ki hiç şikayetçi değilim -siz de okuyun, çok dinamik diyalogları var.

Bunları buraya saydım döktüm ki bana dendiği gibi gerçekten semineri ciddiye almadım mı sorgulayayım. Sorgulamamın ardından vardığım sonuç da şu şekilde: "Ciddiye almasam bunca işimin arasında kuyruğuma bir teneke daha niye bağlayayım? Manyak mıyım ben!" O kadar ki bazı günler seminere gidebilmek için duble espressoya ihtiyaç duydum -beni tanıyan Starbucks baristaları "o yolun yolcusu" olmamı istemedikleri için yine tall, sade günün kahvesi verdiler o ayrı.



Seminerde çok konuşulan ve benim de aklıma takılan kelimelerden bir tanesi ketumluk oldu. Büyürken sunulan, içinde "Fenerbahçeli olacaksın, sigara içmeyeceksin, esprilisin tamam ama başkalarını güldürürken karşındakini küçük düşürebiliyorsun, yapmayacaksın" gibi maddeler bulunan paket kimliğin bana en aykırı unsuru ketumluktu. "Ketum olacaksın Akça, yapacaklarını, hissettiklerini kendine saklayacaksın; anlatmayacaksın." Ne çok duydum bu sözleri ve ne çok gereğini yapamadım. Hissettiğimi, düşündüğümü sabahı beklemeden, daha akşamında söylemekten ala koyamadım kendimi; her seferinde de sigara içmiş, Galatasaray için çığırtmış gibi oldum, suçluluk duydum. Aklımın bazı şeylere daha iyi ermeye başlaması ile birlikte açık olmanın bir zaaf değil de iletişim biçimi olduğuna ve benim hayatta başka türlü bir iletişim imkanım bulunmadığına karar verdim. Bunun bayağı mücadelesini verdim, kabul ettirdim bizimkilere; "ama sen zaten açık olduğun için" diyerek karşı tarafla sorunumda hak bile verdiler zamanla. Zararını da çok gördüm tabii açıklığın. Ama dedim ya, ketum olmak gibi bir şansım yok benim. Şeytanlarım benimle konuşmaya başladığında tek çare kendi sesim çünkü.

Seminer çıkışlarında bir-iki kere düşündüm araba kullanırken: Günlük hayatta duygu ve düşündüklerinde ketum olmayan iyi yazar olamaz mı gerçekten? Ketum olmak açık olmaktan evla bir insanlık meziyeti midir ki? Açık insan illa ki gerçeğin tamamını, duygunun tam şiddetini mi iletiyordur? Söylenmemişler söylenmişlerden kıymetli midir?

Aman. Ne ise ne... Aslında şu seminer gerçekten de tam zamanında bitti. Ve iyi ki yaz geldi.

2 yorum:

  1. Yazma seminerlerinde size şu doğru, bu yanlış diye mi öğretiyorlar? Kİm öğretiyor bunu? Anlamadım ben. Kendini ifade etmek için, anlatacakların-diyeceklerin olduğu için, ve bunu kendine kendine yapar gibi, ama başkalarının da göreceğini bilerek ve isteyerek yazmıyor musun? Bak; ben böyle uzun ve yanlış imlalı bir cümle yazmaktan çekinmiyorum. Ketum da davranmıyorum. Çok kıymetli insanlar, deneyimlerini paylaşırken, karşılarındakinin kendi gibi olma hakkını elinden alıyorsa; olmuyor. İşte o, olmuyor.

    YanıtlaSil
  2. Bizim seminer bana da pek çok yönden çok garip geldi. Hocalar gönüllük esası ile geldikleri için, ki çok takdir ediyorum, onlara istedikleri gibi davranma serbestisi tanınmış. Çoğunda bir sorun yoktu da kursun belkemiğini oluşturan hoca hiç de özgürlükçü olmayan bir ortam yarattı maalesef. Ben hala bu kadar bastırılmış olmayı anlayamıyor ve kabul edemiyorum. Bu arada evet cümlen düşük. Git defterine "10 kere düşük cümle yazmayacağım" yaz.

    YanıtlaSil