8 Haziran 2011 Çarşamba

DİSTOPYA GÜNLERİ

Dilimin ucunda. Bir şey deniyordu şiddet ve baskı ile beslenen uğursuzluğun şerrine; ütopyanın veznine benzeyen, hayrına benzemeyen bir kelime vardı. Baskın bir eşitlik söyleminin ezdiği bireyin özgünlüğüne yönelik, sistematik bir sindirme politikasının güdüldüğü diyara ne deniyordu yahu? Yetenek ve başarının eşitsizlik yarattığı gerekçesi ile bastırıldığı yerden bahsediyorum. Hani insanları, insan olmanın bolluğuna, bereketine, çeşitliliğine yabancılaştıran, insana tek tip karakter yanılgısını üniforma gibi giydiren.

İnsanoğlunun sürekli olarak teknoloji ile imtihan edildiği, teknolojik yönetişimin özgürleştirmeye değil mekanikleştirmeye, mekanikleştirirken de kısıtlamaya hizmet ettiği memleket; o da, o da Yunanca son ek –topia ile bitiyor. Sözlük anlamında yazıyordu; hatırlıyorum. Teknolojinin nimetlerinin sergilenmesi ama erişimde olmamasından bahsediliyordu sanki. Yani görünürde teknotopya ama gerçekte...Neydi Allahım şu kelime? Çıldıracağım.


http://www.flickr.com/photos/midnight-digital/3532482917/

Diyorum işte; çevre ıslahı adına yeni yerleşim projeleri sunuluyordu. Sürdürülebilir çevre rejiminin baskın geldiği yaşama alanlarına ekotopya deniyordu da doğal kaynakların ölçüsüz tüketiminin desteklendiği, temiz suyun, altyapının yetmediği, kentsel krize doğru ilerleyen hayatlara övgü düzen ikametgah neresiydi? Ütopik söylemin örtmeye çalıştığı yaygın fakirliğe boğazına kadar batan insanların, sokakta yürürken bile hissedilen kolluk kuvvetinin baskısı ile daha da sefilleştiği bir manzara hayal et; işte ondan bahsediyorum. John Stuart Mill kullanmıştı ilk defa bu terimi yanılmıyorsam. 1868? Olabilir.

Maymunlar Cehennemi, Matrix, 1984 hepsi onun bildiğin popüler örnekleri. Tamam mı? Bunlardaki dönüşmemiş, insan olduğunu unutmamış bireyleri gözünün önüne getir şimdi. “Burası ütopya değil, cehennemden çıkma bir kabus” dediklerinde sosyal kabulün nasıl dışına itildiklerini. O noktada, bireyler ya bozuk düzeni yıkmayı ya da kaçışlarını planlamaya başlıyorlar ya çaresizlikten. Onu diyorum.

Yok, boşuna! Bir türlü gelmedi kelime aklıma. Nereden taktımsa. Zaten belki de daha fazla düşünmemek gerek üzerinde. Benim hatırladığım, mutlu sonla bitmiyordu distopyadan kaçış planları. Birey ya bir gammazcı kurbanı oluyor ya da kolluk kuvvetlerinin elinde kalıyordu.

...

Bir dakika. Dur, bir dakika! Demin ben ne dedim? “Distopya” dedim. Aman, çok şükür. Hatırladım en nihayet: dis-top-ya! Şimdi bir de neden bu kelimeyi hatırlamaya çalıştığımı hatırlasam...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder