2 Kasım 2010 Salı

PETER PRENSİBİ, KILIÇDAROĞLU VE ÇUBUKÇU

If you don't know where you are going, you will probably end up somewhere else.

Bir daha şu konuda yazacağım diye not düşmeyeceğim. Başka konularda yazasım olduğu halde önceden belirttiğim konuda yazasım olmadığı için bir türlü yazamadım bloga; özür diliyorum. Yeni gelenler hoş geldi, yorum bırakanların eline sağlık.

Bilenler biliyor, fırsatım olduğunda babama gidip evi işgal eden kitaplarını tasfiye etmeye çalışıyorum. Bagaj bagaj kitap dağıttık üniversite kütüphanelerine; kaç sefer yaptım bilmiyorum.
Satılacaklar hala sandıkta biriktiriliyor. Bu kitap trafiği içinde bir de benim kütüphaneme transfer edilenler ve transfer edilmeyip atılıp/satılmadan önce okumam beklenenler var. Sözünü edeceğim kitap, kapaksız olduğu için geri dönüşüme gidecek ama gitmeden önce de benim tarafımdan okunması beklenen bir kitap: Peter Prensibi



İşletme okumadığım için Peter Prensibi'ni derste görmedim, haberim yoktu. Kitaba babamın hatırı için başladım sonra hayatın gizini bulmuş gibi oldum. Kitap 1969'da yazılmış ama benim elimdeki 1972 yılı 22. baskı. Kim bilir daha sonra daha ne kadar baskı yaptı. Peter Prensibi'ni anlatan slogan olmuş cümle şu: profesyonel hayattaki terfi mekanizması sonucu "her kişi kendi yetersizlik seviyesine ulaşır." İyi işler, henüz yetersizlik seviyesine ulaşmamış kişiler tarafından yapılır. Bu işleri henüz yetersizlik seviyelerine ulaşmadıkları için iyi yaparlar. İşlerini iyi yaptıkları için de terfi ederler. Ama terfi, kişi alt seviyedeki işi iyi yaptığı için gerçekleşir; üst seviyedeki işi iyi yapacağı bilindiği için değil. Üst seviyedeki işi iyi yapacağı, alt seviyedeki performansa bakılarak yapılan varsayımdır ancak. Kişi yetersizliğine ulaşıncaya kadar yükseltilir, böylece o kişinin iyi iş yapması imkansız kılınır. Bu prensip sadece işletmelerde değil, siyasi partilerde de geçerlidir.

Peter Prensibi, elindeki işi iyi yaptığı için bir üst seviyedeki işi iyi yapacağı varsayılan kişinin terfi ettirilmesine "patolojik terfi" der. Ben bunu okuduğumdan beri, Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP Genel Başkanlığı'na seçilmesinin nasıl patolojik bir terfi olduğunu düşünüp duruyorum. Parti içinde alt seviyede görevli iken iyi işler yapıyordu. Bu performansa bakılarak üst seviyede de iyi iş yapacağı varsayıldı. Ancak aslında kendi yetersizlik seviyesine yükseltildi; yeni pozisyonunda iyi iş yapmasına imkan kalmadı. Sonuç olarak iyi iş yapan bir politikacı kendi yetersizlik seviyesine ulaştığı için artık ortada "iyi iş" kalmadı.

Bu durumdan sadece CHP değil, CHP seçmeni ve Kılıçdaroğlu'nun kendisi de sorumlu. Çünkü ironik Peter Prensibi, kişinin kendini "negatif düşünce"nin sağlıklı gücüne teslim etmesini öğütler ve der ki; "kişi terfi ettirildiği görevde başarısız olması sonucunda doğacak olumsuz durumları değerlendirebilmeli ve bu değerlendirmeye göre yeni pozisyonu reddedebilmeli." Negatif düşüncenin gücü, "dünyanın sonunun gelmesini engelleyecektir." Kılıçdaroğlu meselesinde de keşke hepimiz negatif düşüncenin gücüne inanabilseydik. İyi bir politikacıdan olmuş olduk.

Peter Presnibi'nin geçerli olduğunu düşündüğüm diğer bir "patolojik terfi" de Nimet Çubukçu'nun Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'ndan Milli Eğitim Bakanlığı'na atanmasıdır. Çubukçu'nun Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan iken başarılı olduğu yegane konu, kimsesiz ve fakir çocukların kaldığı yurtların denetlenmesi olmuştu. Yurtlardaki çocukları adlarıyla öğrendi, karne notlarını takip etti. Kadın, aile ve çocuk sorunlarından oluşan engin ve dalgalı denizde bir damla su oldu. Onun dışında Türkiye'de kadının algılanması sorunsalı içinde esamesi okunmayacak bir karakterdir ne yazık ki. Şimdi, Peter Prensibi'ne göre, yetersizliğine zaten Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan iken ulaşmıştı. Tekrar yeterli olabilmesi için daha da yükseltilmesi değil Çocuk Esirgeme Kurumu Müdürlüğü'ne indirilmesi gerekiyordu. Çocuk Esirgeme Kurumu Müdürü olarak harikalar yaratabilecekken şimdi Milli Eğitim Bakanı olarak sadece forma, kantin denetimi, kız okulu gibi şekilci değişiklikler yapabiliyor. Eğitim bu ülkede çöküyor; bir üniversite hocası olarak elime gelen iyi niyetli, zeki gençlerin bilgi ve algı seviyesine bakıp içim kan ağlıyor.

Peter Prensibi kitabının reklam sloganlarından bir tanesi "İşler Aksadığı Müddetçe Hakkında Konuşulacak Kitap." Çok doğru. Ben de işte tam da bu yüzden, kitabı 41 yıl sonra okuduğumda hayatın gizini bulmuş gibi oldum.

Peter, Laurence J. and Raymond Hull. THE PETER PRINCIPLE. Toronto, New York, London: Bantam Books, 1969 (1972, 22nd Printing)

p.7/ In a hierarchy every employee tends to rise to his level of incompetence...Work is accomplished by those employees who have not yet reached their level of incompetence.

p.57/ A political party now exists primarily as an apparatus for selecting candidates and getting them elected to office.

p.140/ Man must reach his level of life-incompetence. Two things could prevent this happening: that there should not be enough time available, or not enough ranks in the hierarchy.

p.149/ I stronly recommend the health-giving power of negative thinking.

p. 159/ In dealing with incompetence on the civic, national or world-wide scale, the power of negative thinking has great potential.

(Ve benim favorim, en ironik alıntı)

p. 156/ In the meantime, let us hope that a philanthropist somewhere will soon endow a chair of hierarchiology at a major university.

2 yorum:

  1. bir de Malcolm Gladwell'in Outliers: The Story of Success adli kitabi var. o da muthis bir sey soyluyor. ama burada soyleyemem...

    YanıtlaSil
  2. Bak şimdi merak ettim. Bulup bakayım o zaman ben de. Bu arada yazıyı yazdıktan sonra bu kadar karıştı ya CHP, korktum bir an ne oluyor diye. Gündemi yakalamış olmaya alışık değilim malum. Hem bakarsın belki yanıltır adam beni.

    YanıtlaSil