18 Ağustos 2012 Cumartesi

BODRUM GÜNLÜĞÜ-II

Dereköy'deki yangın maalesef 10 köy evini de küle çevirdi. Ertesi gün yeniden başlayan yangını söndürmek için bu sefer bir helikopter geldi, aynı kovayı onlarca kez bizim koya daldırıp çıkardı ki yangın sönsün...



Sabahları deniz soğuk ama çarşaf gibi oluyor. Hep aynı insanlar var etrafta da. 2 yaşındaki Kuzey dün gece "oha" demeyi öğrenmiş, bu sabah bütün kumsalı inletiyordu. Kuzey'in arkadaşları Teoman'la Metehan kardeşler daha uslu. Yalnız, insan neden tarihi bir baba-oğulun ismini abi-kardeş çocuklarına verir ki, üstelik oğlan babayı öldürerek tahta geçmişse.




Bir sabah plaja giderken Aysu Hoca ile karşılaştım. Sarı Vosvos'unun içinde gazetelerin kitap eklerini karıştırıyordu. Meğerse yeni kitabı çıkmış yorumları merak ediyormuş. Cumhuriyet Kitap'ta denk gelince bir yoruma heyecanlandı. Ben de "darısı başıma böyle heyecanların" diyerek yoluma devam ettim. Bu aralar kitap eklerinde Ernest Bloch'un Umut İlkesi'nin 2. cildi çıkmış, o var. Vallahi ben Tanıl Bora çevirisi bile olsa Ernest Bloch'u Türkçe okumaya kalkışmazdım. Neyse.

Gümüşlük kış hayallerimi süslediği haliyle çıktı karşıma bu sene de çok şükür. Atölyecilerin tezgahından terasa koymak için seramik değirmen, efil efil bir elbise, küpeler ve Bodrum boncukları aldım. Cumhur'un Yeri'ne gideriz mutlaka hep akşam yemeği için. Çiçek dolması, deniz börülcesi, kalamar ızgara ki sirke, kırmızı biber ve zeytinyağ ile şenlendirilmiş eşsiz bir tatdır, yemeden olmaz!

Olmaz da bu sene masaların sayısını çoğaltmışlar sanki. Yetişemiyorlar servise. Izgara içeride tıkış tıkış, balık zamanında gelemiyor. "Bayram yaklaşıyor ondan" dedik ama biraz da burulduk tabii. Arkamızda Jehan Barbur ve kocası oturuyordu, yoldan geçen Burhan Şeşen'i çevirip masalarına davet ettiler. Ertesi günkü Bülent Ortaçgil konserine hazırlanıyorlarmış.

Her sene daha kalabalık, etkinlik sayısı daha fazla. Bakalım nereye kadar hayallerimdeki gibi bulmaya devam edeceğim Gümüşlük'ü? Kapısında kumlu ayakların su kabağından bir kepçe ile yıkandığı sahil evinin hayali daha ne kadar devam edecek? Böyle böyle derken ama, bir akşam daha kalktık vardık bu sevgili yere. Bu sefer Dalgıç'ta ev yemekleri yedik. Yoğurtlu semizotunun hastasıyız hep beraber. Aşağıdakine benzer diyaloglar yaşandı bütün gece:

-Abi şu tabakları alayım da köfteye yer açılsın.
...
-Semiz! Semiz nerde?
-Semizi almışlar.
-Abi, semizi de almışsın.
-Semiz yok bende olum.
-Semiz nerde?
-Semiz bende.
-Bulduk semizi.

Arka bahçede bir gün sonrasının yemekleri için bamyalar, börülceler ayıklanıyordu. Bir yavru köpek oraya sığınmış, sevgiyle bakılıyordu. Biz de sevgiyle uğurlandık. Belki de hayal sandığımdan biraz daha uzun sürer, belli mi olur!

Sırada: Yalıkavak Hikayeleri ve Turgut Reis Pazarı




 




          

3 yorum:

  1. Ama bir İskoçya resmi konmaz ki altına bu yazının. İnsanın canı çekiyor, aklı karışıyor :)

    YanıtlaSil
  2. ah o yangınlar. o yangınlara direnen bodrumumuz her şeye direnir Akça. Kısmet'i unutmayın. Ben bu yıl haziran ayında yaptığım ufak kaçamakta çılgınca yedim...hastasıyız :)

    YanıtlaSil
  3. Dalgıç'ı severiz özleriz, dünya tatlısıdır :)

    YanıtlaSil