6 Ağustos 2011 Cumartesi

PAZAR İÇİN YARI AKADEMİK OKUMA: İMPARATORLUK, EVRENSEL, ELEST


Dünyayı henüz ortaya konmamış (Osmanlı falan değil yani) bir imparatorluk modelinin kurtaracağına inanan bir akademik olarak evrensel hukuk, norm ve değerlerin yeniden tanımlanması girişimlerine küçücük, minick bir katkım olsun diye didiniyorum ya...Kafamda planladığım makalenin analojilerinden biri, Bodrum'da bir akşam vakti, zeytinyağlı fasulye tabağının elden ele sıyrılarak geçtiği bir aile sofrasında geldi: Elest Günü.

Tanrı ile ruhların Yaradılış'tan önce biraraya geldiği ve cezbe halinde bir 'misak' (covenant) üzerinde uzlaştıkları gün... Bu ilk misakın unutulan içeriğini hatırlamaya söz verdikleri için yeryüzünde yaşayan ruhlar...Misakın içeriği ile birlikte evrenselin tanımının da unutulmuş olması...Sahi ruhlar tam olarak ne için söz vermişlerdi Tanrı'ya da Tanrı, enerjiyi maddeye çevirmeye razı olmuştu? Elest'i hatırlama analojisini evrensele ulaşma çabası için kullanabilir miyim?


Tabii böyle akıllı akıllı düşünürken hülyalı hülyalı dalıyorum sonra: Ya insanoğlu yeryüzünde Elest Günü yanında durduğu ruhları arıyorsa...Yeni insanlarla karşılaştığımızda hissettiğimiz "tanışıklık" duygusu o günün tortusuysa...O insanları bulmadan hiçbir zaman bütün olamayacak ve özleyeceksek...O zaman Ursula Le Guin'in söylediği gibi mi? "To be whole is to be part, true voyage is return"/"Bütün olmak parça olmaktır, gerçek yolculuk geri dönüştür." Nereye? Elest'e.

2 yorum:

  1. Her şeyden önce bu kadar derin ve çarpıcı idrak hallerine yol açıp güzel satırlar dökülmesine sebebiyet veren şu hikmetli zeytinyağlı fasulyeden yeme talihi ben fakirine de nasib olurmu? diye sormadan geçemeyeceğim.
    Letafetten ciddiyete geçerek bu güzel yazı hakkındaki fikriyata dair benim tarafında olanlar ve oluşanlar ise şöyle;
    Aslında zannediyorum, gerçi ifade de etmişşin ki epey bir zamandır derin bir tefeffür hali varmış ki Bodruma denk gelmiş tefrik ve idrak hali. Tasavvufta perde kalkması ve hikmet zuhur etmesi durumuna da birebir uyuyor. Hoş, tıpta da bunun karşılığı var. Beynin, bilgisayar mimarisine de aynen aktarılmış olan veronica denen bir özelliği var. Bir konu ya da herhangi bir şey üzerinde istekli bir düşünce ve ya bir sonuç aranılıyor ama bulunamıyorsa, bu sempatik sistemden para sempatik sisteme iletilerek oralarda bir arama yapılıyor. Yani sislerle örtülü muammalı, tortulu ve ya bizim örttüğümüz bölge de. İşlem tamamlanıpta alt ben üst bene, sonuç bağına çözümü koyduğunda EVREKA yada perde kalkma, idrak etme meselesi ortaya çıkıyor. Tefrik ediliyor. Daha da açarsak BAKMAK-GÖRMEK-BİLMEK, İlmel Yakin-Aynel Yakin-Hakkel Yakin. Bu bağlamda Petit Prince de muhteşemdir. Kitapta şu can alıcı tilki nasihatinde ne Réalité ne de Vérité kullanılmıştır Secret(Sır) kelimesinin yanında. Onun yerine bence muhteşem olan essentiel kelimesi(ki bence sprit e denktir) kullanılmıştır. Ruh anlamına, Allahtır. Canlanma haline, yaşama, yaratılışa varır ucu bence.
    Aslında yaradılış episoduna uygun olarak hırıistiyanlıkta, teslis içinde üçleme gibi gözükende teklikdir, müslümanlıkta da her ne kadar teslis yok dense de bana göre Allah-Muhammed ve Cebrail üçlemesi var ve bu yüzden de teklik var. Hep bir olma CEM hali söz konusu.
    Şimdi ismini hatırlayamadığım Sokratın kitabında da "bir iken ikiye bölünüp ondan sonra çoğalıyor ve eşimizi arıyoruz" konusu işleniyordu. Bölünme ve çoğalma. Bu zaten doğa laboratuarının da içinde gözlemlenebilir.
    Tasavvufta deriz ki, Allah tek iken bilinmek, sevilmek istedi.., insan ya da Allah, tek başına iken sevilebilir mi?. Dualite taa baştan beri var(Nag Hammadi külliyatı, Thomas'ın İncili, Aşağıdaki ile yukarıdakini bir yaptığınızda eksik kalmayacak meali). Zira teklik, nafile ve ifadesiz kalıyor. Rahim sıfatının en başta subut etmesi için bir doğan bir de doğuran lazım(essentiel,ruh, canlılık halinin şartı). Genelde de bu mantık üzerinden doğu mistisizmi ve sufizmde de dualité ye çok itibar edilir. Zira arada aracı, dogma yoktur. Sunni gelenek ise dogmayla başlar, tümden gelimle ifade eder meselelerini. Sufizm ise akliyata, ilme ve maneviyata derin ve uçsuz bucaksız pratik ve ifade sağaları açabilmek için meselelerini tüme varımla izaha ÖZLEMEK fiilinin şevk ve gayret veren itici kuvveti üzerinden gayret eder ve öyle de yapar. Mesele Allah'ın BİLİNMEK istemesidir. İnsanın da bilmesidir. Hani şu Elest gününde söz verilen şey, yaratılış sebebi. Bu da hep soruları, sorguları getirir. Arayacak, aradığını bilebilmesi sonrada bulabilmesi içinde yolculukta malzeme toplayacak. Toplanan malzeme ise sebepsiz değil. Bir sonraki adımın ve ya kişinin tanınabilmesi için gerekli aslında. Yolculuğu ise bu özleme hissi sağlıyor, merak uyandırıyor, soru sorduruyor..
    Cevap bulamadığındaysa, Seven, sevilene dair hep hikayeler anlatır sisli dimağında Elest-i gününden kalan ve senin ifadenle tortularla, sebebini bilmediği hissedişlerin şarkılarıyla..

    Çenem düştü.., umarım yollar kesişir ve bu güzel konuda sohbet imkanı yakalarız. Benimde derdim olan bir konudur zira (bkz.);
    http://aliikizkaya.blogspot.com/2010/06/insan-eksik-geliyor-tamamlanmadan.html
    http://aliikizkaya.blogspot.com/2009/07/benim-en-guzel-hikayem.html

    Saygı ve Sevgiyle...

    YanıtlaSil
  2. Ne kadar sevindim bu yazının yalnız kalmadığına ve böyle bir yorum aldığına... Çok teşekkür ediyorum. Gerçekten çok duygulu okudum. Yolculuğun hiç bir evresinin boşuna olmadığı ve özlenen ne ise, neresi ise ona/oraya giderken ayağımızın altına bir taş döşeyeceğini düşünüyorum ben de. Her ne kadar asıl istikamet ve özlenen belli olsa da . Benden de sevgiler, iyilikler...

    YanıtlaSil