23 Ocak 2010 Cumartesi

35 YAŞ YAZISI

Şimdi dönüp baktığımda, otuzlu yaşların başına kadar hayattan öyle çok da fazla şey öğrenmemiş olduğumu fark ediyorum. Hatırlıyorum da; insanları kusurları ile sevmek, hoşgörmek, affetmek, yargılamamak gibi dertlerim yoktu. Geçmişim vurdurttuğum kellelerle doluydu. En doğru doğru benim doğrumdu. Bu farazi doğruları tutturmak her zaman benim için de mümkün olmadığından kendimi de sevmezdim; bu sevgisizliğin bana ettiklerine daha yeni aydım. Ne öğrendiysem son birkaç yılda öğrendim.

Esnemeyen katı, kapkatı duruşumla ayaklarımı yere çok sağlam bastığımı düşünürken ben, zor günler geldi çattı. İlk zamanlar aldığım darbelere tepkim çok haşindi, çok şiddetli. Her yerimden çatırdıyor, kırılan parçalarımı yerden topluyor ama yerine koyamıyordum. Ard arda gelen haksızlıklar karşısındaki öfkem, kızgınlığım alev üfleyen bir rüzgar oldu; kendimin, sevdiklerimin kaşlarını kirpiklerini yaktı. Bir yaz tatili heba ettim, yerleri yumruklaya yumruklaya ağladım, geceler boyu gözlerimin kenarında biriken gözyaşları ile uyuyakaldım, kenara itildim; arkamdan gelen önüme geçti, tufan oldum ama gazabım masumları yuttu; kötülere gücüm yetmedi. Sonunda güzel, sapsarı bir akşamüstü balkonda otururken dank etti kafama; ben hayatımı haksızlıkların nesnesi olarak geçirirken o haksızlıkların özneleri belki ekmeklerine bal sürmüş yiyor, belki de ucuzlukta ayakkabı deniyorlardı. Ben içimdeki nefretle onları gittiğim her yere taşırken onlar beni kötülük ettikleri yerde bırakmıştı. Yakamda madalya gibi taşıdığım mağduriyetimi şu an, şimdi çıkarmalıydım...

Bu aydınlanma anının sonrasında mucize yaşamadım; işlerim de yoluna falan girmedi. Ama daha iyi üzülmesini öğrendim; hayatın adil olmadığını, "çok canım yandı artık rahata ereceğim" diye bir kural olmadığını, beklenen, rüyaya yatılan, adak adanan şeyin gerçekleşeceği zamandan bir dakika önce gerçekleşmeyeceğini, beklerken es geçilen yaşam sürelerinin telafisinin olmadığını, kendimi asla ve asla kimseyle kıyaslamamayı ve birkaç şeyi daha... Sonra birgün, olduğunu zannettiğimden daha fazla şefkat, merhamet, anlayış buldum içimde. "İnsanoğlu...Kader işte..." diyordum. Başkalarının hatalarını da, kendiminkileri de olağan buluyordum. Bir de sular durulup, toz duman dağılınca gördüm ki, eh işte kendimi az biraz seviyordum...

Gençlik nostaljisi yapmıyorum, şimdiki aklımın olmadığı yirmili yaşlarımı özlemiyorum. "Şimdiki aklım daha önce gelseydi" dediğim oluyor ama. O zaman da Haruki Murakami gibi ben de "kendime özgü bir hızım var; kendime özgü bir zamanlamam" diyorum. Olmayı istediğim çok az şeyim daha ama öfkemi, kızgınlığımı, hıncımı, kırgınlığımı ata ata hafifliyerek, iyileşerek ilerliyorum...

5 yorum:

  1. Yirmili yaşlarımı artık bıraktığım şu günlerde ben de benzer şeyler düşünüyorum.

    YanıtlaSil
  2. harika yazınız için ÇOK teşekkür ederim hocam. inanamazsınız benim için ne kadar ufuk açıcı olduğuna

    YanıtlaSil
  3. sevmek ve barışmak önemli bir safha. Yaş ilerledikçe insanın artık yapamayacağını bildiği şeyler var tabi. Mühim olan yapamayacakların için kendini zorlamamak, ama hayatın güzelliklerini atlamamak. Daha kaliteli yaşamaya adım atmak.

    YanıtlaSil
  4. Onca okuduklarımdan sonra en büyük mutluluğu bir bebek bezi sloganında buluyorum ben bugün; "özgürlük senin elinde, takıl sen popona göre..." Herkese çok güzel yaşlar...

    YanıtlaSil
  5. Kuzinimin yeni doğum yaşını kutluyor,hayırlara vesile olmasını diliyorum..:)))

    YanıtlaSil