30 Aralık 2011 Cuma
2012'YE DİLEKLER / 2012: A GOOD YEAR
24 Aralık 2011 Cumartesi
KISSY'Lİ GÜNLER
17 Aralık 2011 Cumartesi
TOPLU TAŞIMA GÜNLERİ
30 Kasım 2011 Çarşamba
BİR PORNOGRAFİ ÖRNEĞİ OLARAK MECLİS TV
19 Kasım 2011 Cumartesi
BU ORTAÇAĞ HİÇ BİTMEZ!
12 Kasım 2011 Cumartesi
CİNNET GÜNDEMİMİZ
3 Kasım 2011 Perşembe
1 Kasım 2011 Salı
OFİSİMİN KARŞISI ÇAY OCAĞI AMAN
26 Ekim 2011 Çarşamba
AZRA BEBEK İÇİN
17 Eylül 2011 Cumartesi
BİR CENAZE NAMAZI SONRASI NOTLAR
12 Eylül 2011 Pazartesi
İTALYA GÜNLÜĞÜ
8 Eylül 2011 Perşembe
ÜLGEN’E MEKTUP YA DA GÖLÜN BAŞINDAKİ ÇOCUK İSTİSMARI
Sevgili Ülgen,
Bilmem söylemiş miydim ama ben arkadaşın en çok kahvaltıya çağıranını severim. O sabah sofranda bir tek kuş sütü eksikti; hazırlamayı unuttuğun o pestilli Gürcü tatlısına da kimse senin kadar hayıflanmadı o yüzden. Sinop’a taşınma telaşına ara verip önümüze koyduğun yeşil erik sosunu, bahçenden topladığın şeftalilerden yaptığın reçeli, bu yazki arkadaşlığını unutmam; sağolasın. Yalnız kahve içmek için sofradan kalkıp koltuklara yerleştiğimizde konuştuklarımızı ise keşke unutabilseydim. Ama zaten unutmamak gerekiyor...
Olayı anlatmaya ilk başladığında öyle istedim ki kadının senin sandığın gibi “hırsızlık yapabilmek için yarım akıllı taklidi yapıp abuk sabuk bir hikaye anlatıyor” olmasını. Dakikalar geçip de kadının çaresizliği ve zavallılığı ile yanında gezdirdiği 8 yaşındaki R.ciğin uğradığı tecavüzün gerçek olduğuna aydığımda yüreğim sıkıştı. Duyduklarımdan hangi birinin daha kahredici olduğu konusunda hala kararsızım: Hasta anasına bakmaya giden kadının bir tanecik kız çocuğunu daha önce üstü örtülen bir tecavüz vakasının geçtiği eve bırakmaktan başka çaresi olmaması mı, çaresiz değil de çocuğunu nasıl koruyacağının cahili olma ihtimali mi, tecavüz edenin akraba olmasından dolayı polise değil de mahalle kuaförüne gidip ondan kadın doğumcu adresi istemesi mi, senin olayın peşine düşüp kuaförde gördüğün ürkek kızı ertesi gün toplu okul fotoğrafındaki gülen çocuk yüzünden teşhis etmen mi...Hepsi değil mi? R’nin devamsızlığı olmayan çalışkan bir öğrenci çıkması, olayın tenhada menhada değil, burnumuzun dibinde geçmesi de, hepsi hepsi çok kahredici.
Sosyal Politika dersini verirken vurguladığım unsurlardan bir tanesi, kadını eğitimden mahrum bırakmanın devletin sosyal politika (özellikle sağlık) harcamalarını arttırmakta olduğuydu. BM İnsani Gelişme Endeksi’ne göre Türkiye’de eğitimli kadın başına düşen ortalama 1 çocuğa karşılık eğitimden mahrum bırakılmış kadın başına 3 çocuk düştüğünü söylemiş miydim o gün? Sana yazdığım bu arkadaş mektubunda hocalık yapmak istemiyorum ama bu da demek oluyor ki çocuğunun ruhsal ve bedensel sağlığını nasıl koruyacağını bilen anne başına 1, bilmeyeni başına 3 çocuk düşüyor.
Kuş gribi salgınının ölümcül olduğu dönemde, unutulmuş köylerimizin birinde cahil bırakılmış bir anne, akşam yemeği için kesilmiş tavuğun ibiğini çocuklarına oynasın diye vermişti de iki çocuk birden kuş gribinden telef olmuştu. Aile değerlerinin bu kadar vurgulandığı bu ülkede, kadınları çocuklarını koruyamayacak kadar cahil ve çaresiz bırakmak nasıl bir sosyal politika uygulamasıdır böyle!
Uzun özün kısası Ülgencim, Sinop’taki yeni hayatınızda mutluluklar, esenlikler diliyorum. Hepimizi ama özellikle bu ülkenin çocuklarını daha güzel günlerin bekliyor olmasını istiyorum. Mevcut durum ve bu konuda hiçbir şey yapamıyor olmak inan çok kalbimi kırıyor.
Akça
21 Ağustos 2011 Pazar
AKÇA İÇİN YAZI
18 Ağustos 2011 Perşembe
AHİR ZAMANLAR
11 Ağustos 2011 Perşembe
HİKMETLİ SÖZLER -İRONİK BİR YAZI
Hayat, daraldığınız bir anda içinizi ferahlatacak hikmetli söz konusunda da size cilveli bir oyun oynayabilir; benden söylemesi. Zannetmeyin ki payınıza her zaman Oscar Wilde, Ludwig Wittgenstein veya değişmez kişisel favorim Marcus Aurelius düşecek ve size "her şey nınnırındır, nınnırında nınnırına dönecektir. İnsan da nınnırına kadar nınnırınını arar" vezninde bir söz fısıldanacaktır. Benim mesela şu günlerde kendi kendime fısıldayıp durduğum hikmetli mantram şu: "Madem keranede sıkıştık kaldık..."
Yıllar yıllar önce Zuhal Olcay-Haluk Bilginer Tiyatrosu'ndan Jean Genet'nin Balkon oyununu seyretmeye gitmiştik. Haluk Bilginer, forslu bir emniyet amirini oynuyordu. Mesai bitiminde gönlünü eğlemek için gittiği genelevi kendi adamları kuşatıp, içeriye ateş etmeye başladıklarında bir anlık tereddüt yaşamıştı; dışarıdaki meslekdaşlarına mı katılsın içerideki dilberleri mi korusun... Sonunda tereddütü kulağını sıyırarak geçen bir kurşunun vızıltısı ile sona ermiş, silahını çekmiş, "madem keranede sıkıştık kaldık" diye bağırarak dışarıya ateş etmeye başlamıştı. O zaman gülüp geçtiğimiz replik, bugün bu sıcak, tozlu, sapsarı Ankara yazında bana müthiş bir iç ferahlığı veriyor.
Bir an tereddüt mü ediyorum, normalde kalkışmayacağım işlere kalkışır gibi mi oluyorum, "bir kadeh daha?" diye mi soruyorlar, Adam Ferguson ve imparatorluk makalem ile uğraşmak yerine canım blog yazısı mı yazmak istiyor... Duruyorum, derin bir nefes alıyor ve kendi kendime "madem keranede sıkıştık kaldık" diyorum; birden bütün kararsızlıklar ve suçluluk duyguları kayboluyor, yapacağım şey netleşiyor.
Kendinizi kaptırıp yüksek sesle söylemeyecekseniz size de tavsiye ederim.
6 Ağustos 2011 Cumartesi
PAZAR İÇİN YARI AKADEMİK OKUMA: İMPARATORLUK, EVRENSEL, ELEST
PAZAR İÇİN HAFİF OKUMA -FOTO ROMAN
15 Temmuz 2011 Cuma
"Quintilius Varus, Bana Askerlerimi Geri Ver"
10 Temmuz 2011 Pazar
MEDYUM GELİN, PERDE PİLAVI, OĞLAN ANALARI
7 Temmuz 2011 Perşembe
TÜKÜRDÜĞÜNÜ YALAMAK ÜZERİNE
4 Temmuz 2011 Pazartesi
İTTİFAK
26 Haziran 2011 Pazar
MEKTUP
21 Haziran 2011 Salı
YAZMA SEMİNERİ SONRASI
18 Haziran 2011 Cumartesi
BABAMA-DÜDÜK MAKARNADAN KOLYE
8 Haziran 2011 Çarşamba
DİSTOPYA GÜNLERİ
3 Haziran 2011 Cuma
"HADDİNİ BİL" DEME EGZERSİZLERİ
18 Mayıs 2011 Çarşamba
ILGAZ YOLLARINA DÜŞERKEN
2 saat sonra Ilgaz'a giden otobüste olmam gerekiyor ama daha bavulum hazır değil. Ben onu hazırlarken uzun süredir ihmal ettiğim bloga yazma seminerinden naif (!) bir deneme ekliyorum:
7 Mayıs 2011 Cumartesi
LİMBO-BİR ÖYKÜ
Limbodaki üçüncü yılına gireli bir iki gün olmuştu. Bin doksan beşten biraz fazla gündür aynı sabaha uyanıyordu. Dua ettiği, adak adadığı, ayağını yere vura vura tutturduğu hiçbir dileğin gerçekleşmediği günleri yaşamak için uyanıyor, duş alıyor, giyiniyordu.