Okuyan Kadın Resimleri için bkz. http://womenreading.tumblr.com/
Bu da Pazar hali...
28 Mart 2010 Pazar
25 Mart 2010 Perşembe
HANGİ İÇ SIKINTISINDAN MUZDARİPSİNİZ?
Edirne'deki II. Bayezid Külliyesi, ruh sıkıntısı yaşayan hastaları müzikle tedavi etmesi ve döneminin çok çok ilerisinde bir anlayışla "deli"lere şefkatle yaklaşması ile meşhur, aynı zamanda mimari harikası bir şifa yurdu. Şimdi ödüllü müze...
Bu sefer gezerken, hastalık isimlerini okurken, o yüzyıllar öncesinin hastaları ile çok yakın bir bağ kuruldu sanki aramızda. Kendime teşhis koymaya çalıştım, beni de müzikle tedavi etmeleri gerekse hangi makamla tedavi olurdum diye düşünekaldım...
Önce bir buyur ederlerdi sedire; anlattırırlardı derdimi. Anlatırdım ben de; "Böyle hiç gitmeyen bir iç sıkıntısı hekimbaşı üzerinize afiyet. Bahar gelmiş, neyleyim... Memleketin ahvali aşikar; benim işler de yıllardır yolunda değil." Şöyle bir öksürtürdü beni hekimbaşı, derin derin nefes aldırırdı. Sonra da başlardı teşhis koymaya: "Öncelikle depresif bu hanım kızımız."
Yapacak bir şey yok, bahar nedene gerek duymadan alerjileri azdırdığı gibi depresyonu da getrip kapına bırakıveriyor. Neyse, iyi ki hekimbaşı var. Zaten hemen "Büzürk makamından bir şeyler çalın" diye buyurdu. Baktım; büzürk makamı, zihni temizlemeye, vesvese ve korkuyu uzaklaştırmaya yarıyormuş. Ala, ala, durmayalım lütfen...
Büzürk makamı ile tedavi olan başka arkadaşlar da vardı; sevda defediciymiş çünkü aynı zamanda. İki kara sevdalı, bir vesveseli oturduk da dinledik; dinledik de açıldık. "Ama" dediler bana, "sen, özellikle sen, tedavine devam etmezsen bak yan odadaki "divane akıl hastası"ndan beter olursun."
Korktum, dedim "Tamam. Olamam ben divane akıl hastası. Götürün beni şurup odasına; edeceğim devam tedavime." Dediler; "Öküzgözü şurupları birebir bu hastalığa. Akşam yemekleri ile beraber bir kadeh, unutma. Bulamazsan Kalecik karası şurupları da olur bak."
Şurubum kolumun altında tam çıkıyorum Külliye'den, biri yaklaştı yanıma. Tanıdım, bizim Saliha bu, Selimiye'nin avlusunda gördüğüm hani. Fısıldadı; "Ben anladım seni. Benim eltimin gelini de senin gibiydi, sıkıntılı böyle, ters mi ters. Ama onu Büzürk değil Irak makamı ile tedavi ettiydiler. Haberin olsun" dedi. Şakalaştık, bıraktım onu arkamda, yürüdüm.
Kuyudan bir tas su içtim önce, sonra tam yola koyulmak üzereydim ki hekimbaşını gördüm; öğle namazı için camiye geçiyordu. Sordum "Hekimbaşı, bir de Irak makamı diyorlar. Ne ola ki o?" Dedi, " Güçlü makamdır o. Afakana ve dar mizaca iyi gelir."
Sonra... Sonra, ter içinde uyandım. Dediklerine göre "Bana Irak makamı çalın. Bana Irak makamı çalın" diye bağırıyormuşum.
21 Mart 2010 Pazar
GERİ DÖNÜŞÜM PROCESİ
Amerika'da görüp de etkilendiğim şeylerden bir tanesi de insanların kendilerine kişisel "meydan okuma" hedefleri koyduğunu görmek oldu. Julie and Julia filmini seyredenler için böylesine bir "meydan okuma," 365 günde 524 yemek tarifini tamamlamaktı. Ben Los Angeles'tan dönerken basının ilgisini çeken diğer bir meydan okuma da, bir adamın bir yıl boyunca çevre üzerinde hiç bir etki bırakmadan yaşama çabası olmuştu... Cep telefonu kullanmamak, Starbucks'ta hep aynı bardağı kullanmak adamın yöntemleri arasında idi.
Burda da yavaş yavaş böyle kişisel meydan okuma girişimleri duymaya başladım aslında. Gittikçe popülerleşen Runtalya maratonu örneğin. Katılıp Çağdaş Yaşamı Destekleme için koşan tanıdıklarım oldu. Derece almak önemli değil; hayırseveler, yarışa katılan ve tamamlayanlar için gönüllerinden kopan miktarı yatırdılar. Tek bir kişi, koşarak 7-8 öğrenici için 1 yıllık burs kazandırabildi sonuçta. Hem spor yapmak için motivasyon, hem meydan okuma hem de faydalı olmak bir arada...
Benim ilk kişisel meydan okumamın faydası, olursa, ancak bana ne yazık ki... Asıl çalıştığım konu değil de hobi olarak okuduğum konuyu ilgilendiren bir yarışma ilanını görünce katılmaya karar verdim. Yan ilgi alanım olduğu için elimde bölük pörçük notlar birikmişti; bunlar yer tutuyordu ve artık haklarında bir şey yapmak gerekiyordu. Elimde biriken diğer bir şey de yarım kullanılmış, anlamsız bir şekilde saklanmış, atılması ziyan ama hep sırasını beklemek zorunda olan kırtasiye malzemeleri idi. Kırtasiye, ajanda delisi olduğum dönemden kalma... Bu meydan okumanın kuralı, 2 ay boyunca, tamamen eldeki yarım kullanılmış kalem ve tamamlanmamış defter ve kırışmış, üzerine kahve dökülmüş müsvedde kağıtları kullanarak 13.000 kelimelik bir makale yazmaktı.
Çok yoruldum, baharın ilk günlerini kaçırdım. Güzelim kaligrafi kalemlerinin önünde şeytan benimle çok konuştu ama sonunda bitti. Yazdığım kelime sayısını Ece ajandama not aldım. Şimdi artık yazmayan, yıllanmış bir avuç kalemi çöpe, eskitilerek kullanılmış bir tomar kağıdı geri dönüşüm kumbarasına atmaya hazırım. Kendime yapmaya söz verdiğim bir şeyi yaptım; yaşama alanımı hafiflettim.
Katılıyorum; bir şeyleri değiştirecek her hareket kitlesel olmak zorunda değil. Hayatına biraz anlam, disiplin katmak isteyen herkesin kişisel meydan okumaları olmalı. İnsan bir an kendini çok iyi hissediyor.
Ama haberiniz olsun; en sonunda kimse gelip madalya takmıyor.
16 Mart 2010 Salı
SALİHA'NIN DÜNYA İNSANI AÇILIMI
Geçen hafta, Edirne'deydim. Sinan'ın şaheseri Selimiye Camii'ne gitmek demek Roman vatandaşlarımızla illa ki iki çift laf etmek demek...
İçerideki 8 milletten oluşan AB'li grup teker teker dışarı çıkarken, kucağında bebesiyle yanıma yaklaşan, çocuk gelin olduğu belli gencecik bir Roman kız bana, "Teyzeee, bunlar gavur mu" diye sordu. Ben, sorunun "teyze" bölümüne takılmış olduğumdan, "gavur" bölümü bana o kadar koymadı ve "evet" deyiverdim. Dedim ama tabii tam arkamda duran, kızın kaynanası Saliha'yı "esaba" katmamıştım. Öyle bir fırça yedik ki Saliha'dan, "Günah kııız günah, denir mi öyle! Hepimiz insanız, yok gavur mavur" diye... Tam "Ben zaten espiri olsun diye, şakadan dedim. Olur mu hiç öyle şey!" demek üzereydim ki Saliha devam etti; "Hepimiz insanız, hepimiz müslümanız." Bak şimdi, buyur burdan yak! "Bunu da düzeltmeyeyim, bu da böyle mi kalsın" yoksa "Oturup anlatayım mı, kimimiz müslüman kimimiz değil ama yine de biriz" diye düşünürken başka şeyler düşünmeye başladım.
Düşündüm ki; bu ülkede, Kozmopolitanizm'in kitap tanımını bulamazsınız. Kitap tanımı yoksa Kozmopolitanizm de yoktur diyemezsiniz ama. Üstelik "politically incorrect" söz de boldur ama buna bakıp da, insanlar kitap tanımlarına uygun konuşmuyor diye de, "Türk halkı ırkçıdır, ayrımcıdır" demek olmuyor işte. Ne diyor aslında Saliha, dünya insanı açılımında? "Hepimiz insanız, hepimizi Allah yarattı." Elimizden gelen budur, bence bu da yeteri kadar kozmopolitandır.
30 kişilik heyeti, tek tek toplayıp eksiksiz otobüse bindirme derdine düşmüşken unuttum sonra Saliha'yı. En son gördüğümde, bizim Litvanyalılar'ın yanındaydı. Topuklarının üzerinde boyu 1.90'a ulaşan dilbere, kafasını kaldırmış çok çok aşağıdan bakarken çocuk gelinine sesleniyordu: "Sonuçta epimizin içine giydiği don işte."
Bu arada ben kendi Roman açılımımı da geçen sonbahar, Roman tokacıdan 1 liraya aldığım "Roman kız" tokası ile çoktan gerçekleştirmiştim, haberiniz olsun.
10 Mart 2010 Çarşamba
THAT WASN'T THE PLAN!
Bu sabah, elimdeki çabuk soğumuş kötü kahveyi yudumlarken televizyonda denk geldim. Sinir krizinin eşiğindeki bir Ally McBeal, ayağını yere vura vura hayalleri ile gerçekleri kıyaslayarak "That wasn't the plan" diyordu. Aynen öyle dostum. Bütün bunlar, benim de planım değildi. Ama böyle oldu. Böyle oldu diye de bırakıp gidecek değilim. Sadece biraz hava almaya çıkıyorum; Pazar'a döneceğim.
Not: Bu arada Blog'a kaydolan, yorum bırakan, mail yollayan, herkese teşekkür etmek istedim. Hepsini, herkesi son derece önemsiyorum.
6 Mart 2010 Cumartesi
PAZAR ŞİİRİ
5 Mart 2010 Cuma
HAFTANIN KAZANANI....
Vee haftaaanıın kazanaanııı... Heyecanlanmayın hemen, ben değilim. Ben bekliyorum, o Allah'ın emri! Ben beklerken beklemeyen semizotu ise, demeti 7,99 lira ile haftanın kazananı oldu. Kendisini tebrik ediyoruz. En son gördüğümüzde, etikette yazan müstehcen rakama rağmen sofralardaki yerini almak üzere elden ele geziyordu.
Geçen hafta da demeti 22-24 lira arasında satışa sunulan kuşkonmazdı prenses. Zannedersiniz ki bu ülkede, bu şartlarda raflarda çürüdü. Hah! Tartıdaki kızın söylediğine göre geldiği gün tükenmiş. Zaten daha ben oradayken kuşkonmaz bulduğuna coşkuyla sevinen orta halli bir teyze, iki demet birden alıyordu; ikisinin birlikte 50 liranın üstünde tuttuğu uyarıma kulak asmadan. Sarhoşluk haliyle torbasına koymaya çalıştığı kuşkonmazları nasıl pişirdiğini sorduğumda da "ıııı haşlıyorum işte ıııı limon sıkıyorum sonra" diye başından savdı beni. Hayır, kuşkonmaz bir insanı bu şekilde coşturabiliyorsa, bildiğimizden farklı bir şekilde pişirilip, bildiğimizden farklı bir tada kavuşabiliyor olması gerekiyor da ondan...
source: Galeri de Estaban Cavrico
Benim çevremde de bir yığın semizotu, kuşkonmaz var, gördükleri rağbete hayret ettiğim. Hadi semizotu, demeti 3-4 lira olduğunda, yaz akşamlarında yoğurtlu salata olarak kabulüm, makbulüm. Ama kuşkonmaz? Kuş-kon-maz? Erdemi hiç bir şeyden menkul olmayan kuşkonmaza bakıp insanın kendini, kilosu 1,99 liralık don yemiş Mersin portakalı gibi hissetmesi büyük haksızlık.
Uzman Görüşü: Kişi kendini manavdaki sebze ve meyvalarla kıyaslamaya başladığında, kişinin gözlem altında tutulması ve ivedilikle terapi görmesi şart olmuştur. Ayrıca, hastanın yukarıda anlattıklarına baktığımızda, kuşkonmaz alan teyzeye bayağı bayağı musallat olduğu sonucunu çıkartmaktayız. Kişinin, çok yakında kendine ve çevresine tehlike arz etmeye başlayacağı kanaatindeyiz.
2 Mart 2010 Salı
BEKLEYEN için DUA
Payına beklemekle terbiye edilmek düşen kullarına acı Yarabbim.
Her sabah aynı güne uyanan, ayağı kayıp kendini Dante'nin Limbo'sunda bulan garipleri gör, onların ceplerindeki kaçış planlarını muvaffak kıl Yarabbim.
Bekleme süresini makul kıl, sinirleri zayıf olanlara muafiyet tanı, sabrını kaybedip isyan edenleri misli ile cezalandırma, tövbe hakkı, tövbe bozma hakkı tanı Yarabbim.
Beklemeyenleri bekleyenlerin gözüne gözüne sokma Yarabbim. Sokma ki bir de "gün olsun devran dönsün, herkes gününü görsün" dualarına muhatap olma. Beşeriz, şaşıyoruz; her gün aynı olgunluğu gösteremiyoruz. Sonra dua yoğunluğundan, asıl temiz kalpli dualar hedefini bulamıyor Yarabbim.
Bir de, bekleyenlere, en zayıf anlarında en kötüsünü fısıldayan şeytanları musallat etme Yarabbim. Bekleyenlerle, onların yükü zaten ağır diye, en karanlık anlarda en nurlu meleklerini gönder Yarabbim
Son olarak, geçen Cumartesi saat 19.00 sularında, Metiş Doruk Sitesi F Blok'un otoparkında, arabasının far düğmesi takıldığı için farları kapanmayınca panikleyen ve sana "İyi valla, bu evrenin piçi bir benim herhalde" diye seslenen şaşkın kulunu da affet. Bilmeni istiyor ki; pişman olmuş. Hala daha beklemesi gerekiyorsa bekleyecekmiş; aklına biraz daha mukayyet olabilirmiş.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)