Edirne'deki II. Bayezid Külliyesi, ruh sıkıntısı yaşayan hastaları müzikle tedavi etmesi ve döneminin çok çok ilerisinde bir anlayışla "deli"lere şefkatle yaklaşması ile meşhur, aynı zamanda mimari harikası bir şifa yurdu. Şimdi ödüllü müze...
Bu sefer gezerken, hastalık isimlerini okurken, o yüzyıllar öncesinin hastaları ile çok yakın bir bağ kuruldu sanki aramızda. Kendime teşhis koymaya çalıştım, beni de müzikle tedavi etmeleri gerekse hangi makamla tedavi olurdum diye düşünekaldım...
Önce bir buyur ederlerdi sedire; anlattırırlardı derdimi. Anlatırdım ben de; "Böyle hiç gitmeyen bir iç sıkıntısı hekimbaşı üzerinize afiyet. Bahar gelmiş, neyleyim... Memleketin ahvali aşikar; benim işler de yıllardır yolunda değil." Şöyle bir öksürtürdü beni hekimbaşı, derin derin nefes aldırırdı. Sonra da başlardı teşhis koymaya: "Öncelikle depresif bu hanım kızımız."
Yapacak bir şey yok, bahar nedene gerek duymadan alerjileri azdırdığı gibi depresyonu da getrip kapına bırakıveriyor. Neyse, iyi ki hekimbaşı var. Zaten hemen "Büzürk makamından bir şeyler çalın" diye buyurdu. Baktım; büzürk makamı, zihni temizlemeye, vesvese ve korkuyu uzaklaştırmaya yarıyormuş. Ala, ala, durmayalım lütfen...
Büzürk makamı ile tedavi olan başka arkadaşlar da vardı; sevda defediciymiş çünkü aynı zamanda. İki kara sevdalı, bir vesveseli oturduk da dinledik; dinledik de açıldık. "Ama" dediler bana, "sen, özellikle sen, tedavine devam etmezsen bak yan odadaki "divane akıl hastası"ndan beter olursun."
Korktum, dedim "Tamam. Olamam ben divane akıl hastası. Götürün beni şurup odasına; edeceğim devam tedavime." Dediler; "Öküzgözü şurupları birebir bu hastalığa. Akşam yemekleri ile beraber bir kadeh, unutma. Bulamazsan Kalecik karası şurupları da olur bak."
Şurubum kolumun altında tam çıkıyorum Külliye'den, biri yaklaştı yanıma. Tanıdım, bizim Saliha bu, Selimiye'nin avlusunda gördüğüm hani. Fısıldadı; "Ben anladım seni. Benim eltimin gelini de senin gibiydi, sıkıntılı böyle, ters mi ters. Ama onu Büzürk değil Irak makamı ile tedavi ettiydiler. Haberin olsun" dedi. Şakalaştık, bıraktım onu arkamda, yürüdüm.
Kuyudan bir tas su içtim önce, sonra tam yola koyulmak üzereydim ki hekimbaşını gördüm; öğle namazı için camiye geçiyordu. Sordum "Hekimbaşı, bir de Irak makamı diyorlar. Ne ola ki o?" Dedi, " Güçlü makamdır o. Afakana ve dar mizaca iyi gelir."
Sonra... Sonra, ter içinde uyandım. Dediklerine göre "Bana Irak makamı çalın. Bana Irak makamı çalın" diye bağırıyormuşum.
Büzürk. Bana da lazım, tok karnına günde on sekiz defa, yanında acı bir kahve de isterim. Gerçi kendimi türkçe sözlü hafif müzik ve arabeskle (seni yakacaklar) tedavi ediyordum her gün ama, demek ki bana büzürk iyi gelirmiş.
YanıtlaSilEdirne yi seninle gezmek lazım...
YanıtlaSilHerkese iç ferahlıkları diliyorum. Ne iyi geliyorsa bulup yapmak lazım, kimseye aldırmadan...
YanıtlaSilHarikasın...Dile gelmek bu kadar olur...
YanıtlaSil