18 Haziran 2009 Perşembe

LOS ANGELES GÜNLÜĞÜ: BATI YAKASI

Araştırma yapacağım kütüphaneye yakın diye Los Angeles'ın batı-
sında kalıyorum. Yirminci yüzyılın başında burası aslında zengin muhitmiş, zencilerin mülk almasının yasak olduğu. Sonra (sanırım 1940'ların sonu) Nat "King" Cole batıdan ev almak istemiş; yerel yönetim "hayır" deyince de mahkemeye vermiş. Kazanınca da batıya hızla "renkli vatandaş" akını başlamış. Zengin beyazlar doğuya doğru kaydıkça onlardan boşalan evlere zencilerle birlikte Hispanicler, Koreliler, İranlılar yerleşmiş.





Evler 1920'ler özellikleri taşıyor ve tarihi. İçinde oturanlar, evlere bakmak zorunda.
Tamir etmezse, çürümye bırakırsa veya planını değiştirirse, hemen yiyor cezayı. Sakin, hatta zaman zaman ıssız bi mahallede oturuyor olsam da Los Angeles'da her yer insana tanıdık geliyor. İşte oturduğum sokağın karşısındaki ev! Six Feet Under dizisini seyredenler hatırlasın bakalım altında cenaze hizmetleri verilen ev hangisiydi...

Gerçekten de pek çok şey dizilerde (The Closer, Mentalist) gördüğümüz gibi. Sabahları kütüphaneye yürürken (5 dakika)arabalarının içinde uyumuş ve yeni uyanan evsiz insanlar görüyorum. Otobüse yetişmek isteyen birinin yanar halde attığı sigara izmariti, hemen biri tarafından yere düşmeden havada kapılıyor. Mahalledeki sosyal güvenlik bürosuna kayıt olmaya gittiğimde evsiz bir anne-oğul geldi. Zenci anne, incecik çok güzel 20-21 yaşında, oğlu da en fazla 5 yaşındaydı. İçeri girer girmez hemen uyumaya başaldılar. Sokakta yattıkları için kat kat giyinmişlerdi. Anne, çocuğunu tuvalette silerek temizledi. Tam kafamdaki evsiz tanımına uyuyorlardı; bir tek kızcağızın çanta ve ayakkabısı hariç. Onları yepyeni ve son moda görünce, "aaa yanıldım herhalde" dedim, "bunlar evsiz değil." Sonra kız çantasını karıştırırken çatal, bıçak, bardak vs çıkarınca "eee?" dedim. Sonra geldi aklım başıma. Öyle değil miydi okuduklarımız, "bir çift ayakkabı karşılığında..." Sonra etrafıma bakınca benden başka herkesin, güvenlik görevlileri dahil, durumu tabii çook önce çözmüş olduğunu fark ettim. Benim için çok acıklı bir sahne olarak kalacak bu.

Kütüphaneden üniversiteye gitmek için bindiğim otobüs, batı yakasını aşarak beni manzaralı yollara taşıyor. Wilshire'dan Westwood'a giderken de hep tanıdık yerler görüyorum ama bu sefer güzel giyimli, sapsarışın insanların yürüdüğü sokaklar. Adım başı, bir spor arabanın üstüne çıkmış bikinili bir kızın fotoğraf çekimi var. Bugün kampüste de abc'nin, Good Morning America'sını çekiyorlardı. Kameraman ben oradan geçerken "Darliiing" deyip kameraya bakmamı istedi. Uzadım tabii hemen oradan...

4 yorum:

  1. ya neden?? ama neden?? ????... böyle yaparsan hayat nasıl kicks you further, darliiiiinggg?

    YanıtlaSil
  2. Benim gerçekten buradaki kameralara durup poz vermemi istiyorsun değil mi? İnanılmaz!

    YanıtlaSil
  3. dizi mekanları içinde, mekanların dışında kalan insanların arasında olmak, yaşamak bu peripatetic...gün gelir o kameralara göz kırpılabilir:)

    YanıtlaSil
  4. Kameralari bilmiyorum ama anlattiklarin benim tuylerimi biraz urpertti. Daha gecen gun 'last days of Michael Jackson' diye bir belgesel seyrettim. Kendini Jackson haberlerine adamis bir gazeteci haberi alir almaz ucaga atlayip gidiyor LA ve son aylarda olup bitenlerin izini suruyor. Orada anlatilanlarla senin anlattiklarin biran cakisti. Ozellikle su arabada yatanlar ve 'muhtar' da karsilastigin cocuk ve anne. O kadar parlak, renkli ve 'zengin' bir hayatin icinde yok olan insanlar. Bir psikolog/doktorla gorusuyor bu gazeteci ve doktor burasi 'uyusturulmus/ilaclanmis bir sehir diyor' ve ne kadar cok insanin antidepresan, 'kendini iyi hisset' ilaclari aldigini anlatiyor. Sanirim bir sure sonra heryer boyle olmaya baslayacak. Karamsar bir gunumdeyim sanirim ama yinede urpermeden edemiyorum. :)

    YanıtlaSil