Gittiğim yerlerin olayı bitmez... Yıllar önce 1997'de Londra'dayken kendimi Prenses Diana'nın cenazesinde bulmuştum. Hala şaşırırım o kadar büyük bir kalabalığın nasıl olup da o kadar sessiz yürüdüğüne... Los Angeles'taki günlerim daha yeni hafta olmuşken yine bir dünya olayının ortasında buldum kendimi ve henüz bildiğim tek tük yollardan biri olan üniversite yolundaki hastane, Michael Jackson'ın ani ölümü ile medya ve hayran akınına uğrayarak beni şaşırttı. Sokağın iki yanında insanlar birikmiş ağlıyor, herkesin elinde mum ve çiçekler, tepemizde helikopterler dönüyor...
Ben haberi alınca açıkçası ne hissedeceğimi bilemedim. Benim için dehasını çoktan unuttuğum
garip bir yaratığa dönmüştü çünkü MJ. Çocuk istismarı suçlamaları kesinleşmese de, onlarla "sağlıksız bir yakınlaşma içinde olduğu" düşünülen, o kazandığı inanılmaz servetin neredeyse tamamını birlikte vakit geçirdiği çocukların ailelerine "sus payı" olarak dağıtan, Lisa Marie Presley ile o tüyleri diken diken eden garip evliliği yapan, daha sonraki evliliğinden olan çocuğunu balkondan aşağı sallandıran bir yaratık... Ama şimdi hakkında söylenenleri dinleyip yazılanları okuyunca yavaş yavaş hatırlıyorum albümlerini nasıl beklediğimi, videolarını tekrar tekrar nasıl seyrettiğimi...
Özgün bir deha olduğunu, hepimizin hayatında mutlaka bir yeri olduğunu kabul ediyorum. Sonra da düşünüyorum; çocukluğunu yaşayamamak gerçekten böylesine onulmaz yaralar açıyor mu insanın ruhunda diye... Ayakkabılarının altı delik bir maden işçisinin çocuğu iken Los Angeles'a ilk geldiklerinde ağabeyleri otelde kalırken MJ'in Diana Ross'un malikanesinde kalması, bu zenginlik karşısında onun gibi olmaya karar vermesi, gün gelince suratını da Diana Ross'a benzetmeye kalkmasını nasıl açıklar? Aslında anlaşılan o ki gerçek hikayesini hiç bir gazeteciye, yazara, arkadaşa anlatmamış. Yıllar yıllar önce Jacqueline Kennedy Onassis, Doubleday'in baş editörlüğünü yaparken MJ ile biyografi sözleşmesi imzalamış ve heyecanla beklemeye başlamış gerçek hikayeyi... Teslim zamanı gelince karşısında hayat hikayesi değil de fotoğraf albümü bulunca kızılca kıyamet kopmuş... Yani ortada çektiği sıkıntıları ve mutsuzluğunu dile getiren bir insan var ama hikayesi yok... Valla ben kendim dinleyemeyeceğim ama "Beni anlamak isteyenler Childhood'u dinlesinler" diyor bir röportajında. Zeki Müren de "beni anlamak isteyenler Kandil'i dinlesin" demişti ölmeden önce... (O şarkıyı severim ama) Neyse belki bunda sonra ortaya çıkar gerçek hikaye...
Söz konusu çocukları gerçekten de üzmediğini umuyor, muhteşem videolar ve Thriller ve Bad albümü için gönülden teşekkür ediyorum... Allah, ruhlarının seçmedikleri bir bedene hapis olduğunu düşünen herkesin yardımcısı olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder