11 Mayıs 2010 Salı

DOĞDUĞUM EVİ SATIYORUZ


10 yılı aşkın bir süredir başka başka yerlerde otursam da bu evde doğdum, büyüdüm. En sağdaki pencere benim odamın penceresidir. Yolu Çankaya/GaziOsmanPaşa, Kızkulesi Sokak'a düşen arkadaşlarım, beni hala balkondan el sallarken gördüklerine, onlara "pşşt pşşt" dediğime yemin edebilirler.

Çok güldüm, çok ağladım, çok şaşırdım, az anladım. Hep biraz uzundum da 90-91 yazında 6 cm birden boy attım, kocaman oldum. Bu ev benim kişisel tarihimin mihenk taşı olurken, bizleri ülke tarihinin önemli dönüm noktalarına da şahit kıldı. Herkes ülkenin tarihini körlerin fili tarif ettiği gibi, işine geldiği gibi, seçmece tarif ederken, bu ev de benim kendi seçkimi yapmamı sağladı. Ankara'da Kızkulesi Sokak'la Kırçiçeği Sokak'ın kesiştiği noktada durdum, seyrettim. 

70lerin sonuna doğru biz küçük civcivler neşeliydik. Eve kadar çıkmayan dolmuşlardan Filistin Sokak'ta iner, annemin torbalarla dolu ellerinden tutar, aheste aheste NeneHatun'u çıkmaya başladığımızda ise ben ayaklarımı yerden keserdim. Apartmanda bir tek bizim evde telefon olduğu günlerde herkes sırayla bize inermiş telefon görüşmesine de, önce bir evin civcivlerinin ellerinden geçmeleri gerekirmiş. Anlatılan o ki, Tanju Okan'dan yeni ayrılmış güzeller güzeli komşumuz telefonda konuşurken, annem de bizi kadıncağızın eteklerinin altından çıkarmaya çalışırmış.

Karanlık çöktüğnde başka bir atmosfer yaşanırdı, neşe biraz sönerdi. Herkes eve erkenden döner, perdeler sımsıkı kapanırdı. Uzaklardan çat çat, pat pat diye sesler gelirdi. Babamın yengesinin delikanlı kardeşinin Aydınlıkevler'de sağcı-solcu çatışması içinde çocukluk arkadaşı tarafından vurulup öldüğü haberi bomba gibi düştüydü evin ortasına. Bizimkiler bir yandan anarşi ortamında çocuk yetiştirmeye çalışırken diğer taraftan da abime Hansel ve Gratel masalını anlatarak yaptıkları hayatlarının hatasını telaffi etmeye çalışıyorlardı. Hayır, bizi ormana götürüp terk etmeyeceklerdi, kimsenin cebinde ekmek kırıntısı biriktirmesine gerek yoktu...

12 Eylül 1980 gününü hatırlamıyorum ama hayatın birazcık rahatlayıp, normale dönüşünü hatırlıyorum. Bir de okula başladıktan sonra okul yolunda her zaman gördüğüm binlardan birinin yeni sakinleri olduğunu... Annemle babam çapraz aşağımızdaki binanın üst katında balkonda gazete okuyan çifti göstererek "Bakın bunlar Bülent ve Rahşan Ecevit, bir süre burada oturacaklar" demişti. Daha sonra biz mahallenin çocukları onları ne zaman balkonda görsek bağırmıştık "Eeeceeeviit" diye. O da her defasında kalkmış yerinden el sallamıştı bize de umarım bizim yüzümüzden taşınmamıştır Oran'a.

Bu arada yukarıdaki tepelere gelen askeri lojmanlar da mahallenin çehresini biraz değiştirmişti. 80 öncesi anarşisinden herkesin canı yanmış olmasına rağmen kimse memnun değildi her zaman seke seke geçtiğimiz yollarda şimdi annemle babama kimlik sorulmasından, yalnızken bize "sen nereden geliyorsun, annen baban kim" denmesinden. Doğup büyüdüğüm GaziOsmanPaşa tepelerine çekilen tel örgüler üzmüştü hepimizi. Sonra da Özal zenginleri düşmeye başladı tek tek mahalleye. Bugün Hattat ailesinin bilmem kaç kere batırdıkları, tepesine diktikleri vincin artık inidirlemediği, hala boş duran devasa otel de o günlerin bir hatırası olarak ölümsüzleşti.

6 Ekim 1990 günü Bahriye Üçok'u katleden bomba ise bizim evde de patlamıştı. Hayatımda öyle bir gürültü bir daha duymadım, umarım bir daha da hiç duymam. Ecevitler'in evinin tam karşısında çok güzel bir evde oturuyordu Bahriye Hoca, kabul edemedi bizimkiler bir aydının evinin önünde böylesine hain bir saldırıya uğramış olmasını. Camlarımız zangır zangır titrerken, İran tehdidi işte böylece bizim için paranoya değil gerçek olmuştu. Günlerce kulaklarımız uğuldamıştı.

İlk siyasi protestomu Köroğlu'nda Mesut Yılmaz'a yapmıştım. Okuldan eve dönerken karşıma çıkan ANAP konvoyunun en önündeki otobüste en önde oturuyordu Yılmaz. Beyaz kurdeleli, okul formalı bir kız çocuğunu tehlike olarak algılamadığından olsa gerek, öne doğru eğilerek bana el salladı. Benim de kulaklarımda evde bol bol duyduğum "yolsuzluklar, borsa manipülasyonu, haksız kazanç" kelimeleri, bana doğru uzanan eli tutacağıma, kollarımı çapraz yapıp sağ ayağımı pat pat yere vurmuştum. Ne harika hissetmiştim kendimi...

24 Ocak 1993 günü Uğur Mumcu'yu katleden bombanın sesi Bahriye Hoca'nınki kadar yakınımızdan gelmedi. Biraz daha uzakta oturuyorlardı onlar. Ama sonraki karmaşa, ambülans sesleri, polis sirenleri olayın vahametini kapımızın tam önüne kadar getirmişti. Köroğlu'nda tıkanan trafik evin önünden mahallelinin gözyaşları ile birlikte akıp gidiyordu.

27 Mart 1994 günü Refah Partisi'nin Ankara Belediye Başkanlığı'nı kazanması ise doğduğum evin önüne bir kabus getirmişti. Yine okuldan dönüyordum, arabalarından sarkan yekpare kaşlı, kara çarşaflı kadınlar sağ şahadet parmaklarını bizlere doğru sallıyorlar, "hıncımız size hıncımız Çankaya'ya" diye bağrıyorlardı. Gösteriler 1 hafta sürdü, gece yattığımız yerden Refah Partisi konvoylarının korna sesini, "Çankaya da düşecek" naralarını duyuyorduk. Söz konusu partinin kapatılması sürecinde, bize yaşatılan 1 haftalık azabın anıları hep taze, ben şiddet yanlılığı konusunda ikna edilme gereği hiç duymadım. 28 Şubat süreci de benim için dışarıdan bakanlara göre biraz daha gerçektir.

Taşınmamızdan önceki seneyi ben yurt dışında geçirmiştim. Döndüğüm gün karşı apartmanın önünde bir kalabalık, bir kalabalık... Annemle babam ben üzülmeyeyim diye anlatmamış ama karşı apartmanın genç kapıcısının abisi meğer sabıkalı hırsızmış. Failinin o olduğundan şüphelenilen bir hırsızlık olayından sonra abiye ulaşamayan polis, kardeşi almış içeri. İki günün sonunda da adamcağızın karakolda intihar haberi gelmiş lohusa karısına. Bir başka faili meçhulle de işte böyle burun buruna gelmiştik....

İşte ben bu evde böyle büyüdüm politik olarak. "Bu cennet bu cehennem bizim" ne demek çok iyi anladım oturudğum yerden...Vaktim olursa sonra Ankara sokaklarında nasıl büyüdüm, onu da anlatırım... Şimdilik kalemimin ucuna gelenler bunlar....

9 yorum:

  1. hey peripatetic, 90 ların sonunda yaptığımız Uno arabalı gece gezmelerinden dönüşlerimizde hatırlarım o evi. şimdilerde önünde yükselen, içinde vinç kaldığı için atıl kalan otel inşaatının arkasında, sevimli, sessiz...

    YanıtlaSil
  2. okurken tuylerim diken diken oldu. ama anlattiklarina bakilirsa guzel seylerden cok kötu anilarin olmus bu evde. kurtulmaniz daha iyi olmus bu ugursuz evden diyecegim ama acilarda tatli anilar kadar cok sey katiyor insanin hayatina. o yuzden bir hatirayi birakmak, hayatindan bi parcayi birakmak kadar koyuyor insana.
    gerci bu ev olsa da olmasa da o anilar her zaman hatiranda kalicak.. dilerim bundan sonra ki evinde huzuru yakalarsin.

    YanıtlaSil
  3. Eviniz mi daha güzel anlatımın mi bilmiyorum. Çok güzel yazıyorsun peripatetic. Güzel bir romanın başını okur gibi keyifle okudum. Siyasetten çok uzak büyüdüm ben her anlamda...Bazı insanların, hadi yaşıtlarımın diyeyim, siyaseti bizzat yaşadıklarını şimdi daha iyi görebiliyorum. Bir de Ankara'nın havası başka oluyor galiba...

    YanıtlaSil
  4. Elbette:)) Jackies'in aşağımıza açılmış olması da tabii gece dönüşlerinde bizim evi "yol üstü" yapıyordu... Oteli yazacaktım, unutmuşum. Senin yorumunla onu da ekledim. Teşekkürler....

    YanıtlaSil
  5. @éLLA, anlattıklarım bizim evin değil de ülkenin makus tarihinin bir yansıması aslında. Yazmaya oturdugumda nedense canim mezuniyet balolarini, balkondan gecelere kacmayi anlatmayi degil de bunlari yazmayi istedi. Demek ki senin de dedigin gibi evi bu olaylarla hatirliyorum aslinda. Yeni evlerimizde huzur bulabilmek için bazı şeylerin çok köklü değişmesi gerekiyor korkarım. O zamana kadar mutlu olmak için elden geleni yapmak gerekiyor... Sevgiler...

    YanıtlaSil
  6. @ne yazdı ne yazamadı, çok teşekkür ederim. İnsanın düşündüklerinin, hissettklerinin karşılık bulmasından güzel ne olabilir. Ankara'da büyümenin böyle bir "yan etkisi" var gerçekten. Pek çok şey çok daha şiddetli yaşayıp dert edebiliyor insan kendine. Yürüyüşlerde, marketlerde, trafikte hep birilerini görürdük eskiden. Şimdi kapkara arabalarla, halktan uzak yaşıyorlar. Bir de merkez artık GaziOsmanPaşa Çankaya değil de Çukurambar :))

    YanıtlaSil
  7. yazılanların bir kısmını blog sahibesinden canlı canlı dinlemişliğim de var ama kalemin büyüsü bir başka sanırım...yine heyecanla yine kalbimde pırpırlarla okudum!

    sevgiler

    PS: 19 Mayıs'ta yollara düşüyorum. İlk istikamet Kazablanka, Marakeş ve Cebelitarık! Fas macerasından sonra 5 saatlik İstanbul durağının ardından bu sefer Evropa yollarına düşüyorum, istikamet ise önce Kopenhag ardından Roskilde olmak üzere Danimarka (tabi ki hayli olaylı-kavgalı geçen vize başvurusu sonrası vizeyi alabilirsem:))

    Uzaklarda da olsan internet bulabildiğim yerde takipteyim...

    Dönüşte görüşmek dileğiyle

    Sevgiler

    YanıtlaSil
  8. Cok tesekkur ederim dipnot'cum. Çok uzakta kalan bazı anıları paylaşınca insan onların hayal değil de gerçek olduğunu hatırlıyor... Gezi planı super, hepsi de proje di mi bunların!! Super...

    Bu arada S-AAA-TTT-III-KKK :))) Gerçekler başka bir hayata dair hayaller oldu artık....

    YanıtlaSil
  9. Ne kadar duygulandım anlatamam,o evin 3 ayı tam zamanlı olmak üzere toplam 5 yılında benim de anılarım var.Unutulmaz Eurovision geceleri,yılbaşı geceleri,cumartesi günleri Sıhhiye pazarı ve pazar günleri börekleri....
    O zaman ki aramızdaki yaş uçurumunu şimdi arkadaş olarak kapattığımız için mutluyum.

    YanıtlaSil