18 Eylül 2009 Cuma

TANGOLAR EŞLİĞİNDE BİR BAYRAM

Blogspot bazen çok yavaş açıldı, bazen hiç açılmadı. İşte o zaman aklıma geldi; ya bu ahlakçı internet sansürü bir gün gerçekten de blogları vurursa? Ya Türkiye'nin sansürcü zihniyeti nefretini, bu özgür platformlara yöneltirse? Yedeklemek lazim galiba; wordpress gibi baska bir adreste... Umarım savsaklamam bu işi.

Bayramın ilk günü sabah 6'ta yolcuyum. Bayramlaşma faslını kaçıracağım; içim buruluyor ama ne var ki Peripatetic görev beni bekliyor... Yine de bayram havasını kıyısından yakaladım sayılır... Sema'nın tango albümünü (SEMA / Ekho II/ Efsane Hanımlar) dinliyorum. Suzan Lutfullah, Seyyan Hanım, Denizkızı Eftalya'nın söylediği tangoları bir de o söylemiş. Siz hiç Seyyan Hanım'dan Hasret tangosunu dinlediniz mi? Hayatımda dinlediğim en içli, en ürpertici performanstır: "Ben kimeee baağ-laan-mııışım/Ağ-laaa-yooo-rrrum gizlice"....


Hepinize iyi bayramlar! Ben Sema'nın şakıdığı gibi "Uzakları özleyen bir martı gibi kaaaç-tııım."

11 Eylül 2009 Cuma

YAĞMURU BEKLERKEN

Dedim ya Bulgarlar habersiz kapakları açmadıkça biz güvendeyiz; Edirne'de Meriç taşmayacak. Ama hava yine karardı; yağmur bekliyoruz. Aklımız Tekirdağ'daki çiftçilerde, Silivri'deki yazlıkçılarda, annesinin kucağındaki bebeklerde, İstanbul'daki, tır şöförleri ve tekstil işçilerinde... Sevgisiz ülkenin sevgisiz yöneticileri biliyorum, sele kapılıp ölen insanlara kızıyorlar; sorun çıkardılar, paçalarına çamur sıçrattılar diye

Bu arada evet; peripatetic yolum Edirne'ye düştü şimdi de. Nüfus kütüğümün nerede olduğunu düşünürsek, düşmesi de gayet olağan aslında...

Oldum olası severim Edirne'yi. Köprüsünü, nehirini, yeşilini, insanını, çarşısını, pazarını...Renklidir, espirilidir Edirne. Bugün yağmur başlamadan, sabah erkenden pazara gittik mesela. Esmer bir vatandaşımız biber satıyordu; biber alan teyze de soruyordu "Biberin çekirdeksiz mi?" diye... Biberci önce bana göz kırptı sonra teyzeye "Yok be teyze, daha yapmadılar ondan. Tıp ilerledi ama biber ilerlemedi" deyiverdi... Hala gülüyorum bak aklıma geldikçe.

7 Eylül 2009 Pazartesi

JAMIE EVDE!


Şu bir zamanların Çıplak Şef'i Jamie Oliver elimde büyüdü. Tabii adamın kariyerinde hak iddia ettiğimden değil; nerden nerelere geldiğini takip etmiş olduğumdan... İngiltere'ye ilk gittiğimde tanışmıştım kendisiyle. O zamanlar, eğlenceli ve cool ortamlarda, arkadaşlarıyla paylaşmak veya aile bireylerinin bir araya gelişini kutlamak için biraz havai, biraz meslek adamı, yarı şaka yarı ciddi pişiriyordu yemeklerini. Yeteri kadar safran mı kalmamış evde, hoop kameraların önünde atlardı Scooter'ına, doğru pazara... Bir piknik sepeti hazırlamıştı içini çocuklar için ayrı büyükler için ayrı yiyeceklerle doldurarak, hiç unutmam. Piknik yapmayı hiç sevmediğim halde -hep bir arı kovalar beni, sokmadan da bırakmaz- sepeti koluma takıp kendimi yeşil alanlara atasım gelmişti.

İşte böyle yemek pişirip, eğlenip eğlendirirken büyüdü Jamie. Önce öğrenciler yetiştirdi, sonra İngiltere'deki, devlet okullarında başlayan, obezite sorununa el attı; çocukların tabaklarını sebze yerine patates kızartması ile dolduran okul aşçılarının kabusu oldu. Bugünse artık satın aldığı kır evinde organik tarım yapıyor, toprağa övgüler düzüyor, kendi yemeğini kendi yetiştirmediği günlere yanıyor ve biraz fazla rustik olsa da nefis yemekler yapıyor.

Sebze ve meyvalara duyduğu sevgi, doğaya duyduğu sevgiye dönüştü; doğa ile iç içe yaşamak da yerküreye saygıya... En son, ekibiyle Amerika'ya program yapmaya giderken uçak ve kiralanan arabalarla katedilen yol sırasında ne kadar karbondiyoksit gazı salınımına yol açtığını hesaplatıp, Çin, Hindistan ve Kamboçya'daki çevreci enerji yatırımlarına, bu etkiyi giderecek para bağışı yaptı. Hamlıktan olgunluğa, bütün büyüme ve dönüşüm hikayeleri beni çok etkiler; neşeli, zıpır Jamie'nin toprağın gücüne kapılıp herkesin harcı olmayan bir yerküre bilinci geliştirmesine bayıldım bayıldım... Yıllar yıllar önce, güzeller güzeli Audrey Hepburn'ün UNICEF'in İyi Niyet Elçisi olarak katıldığı bir toplantıya, toplantı öncesi bahçesinde çalışmak zorunda olduğu için kirli eller ve tırnaklarla katıldığını okuduğumda da bayılmıştım. Böyle toplumsal şahsiyetleri ne kadar özlüyorum bu ülkede bir bilseniz.....