9 Şubat 2011 Çarşamba

KIPRIS: BENİM BİLDİĞİM GİBİ

Kuzey Kıbrıs'ta 6 ay yaşadım ben. Doktoramı aldıktan sonra işe alınma sürecimi başlatan üniversite (ki hangisi olduğu ve orada başıma nelerin geldiği ayrı bir hikaye konusudur) bana 6 ay beklemem gerekeceğini söylüyordu. Bense beklerken, doktora öğrencisi olarak sigortamı başlatan ve 2 yıl boyunca para kazanmamı sağlayan Cumhuriyet'in Strateji ekinde artık çalışmak istemiyordum. Bir ilan gördüm, arkadaşlarım da vardı, topladım bavulu gittim.



Gitmeden önce her kafadan bir ses çıkıyordu. Kıbrıslılar'ın çok ters olduğunu, Kıbrıs üniversitesinde çalışırsam bir daha Türkiye'de iş bulamayacağımı vs. vs. söyleyip duruyordular. Sonuçta "Kıprıs"lılar ile çok komik ve sıcak ilişkilerim oldu. İş bulma konusunda gerçekten zorlandım sonra ama onda kabahat "Kıprıs"ın olmadı. Buradaki sistem boktan. Nitekim Doğu Akdeniz Üniversitesi'nde yıllarca çalışan bir arkadaşım ben oradayken meşhur Columbia Üniversitesi'nde kadrolu iş buldu, yolcu ettik onu.

Türk tarafı için hayat zor Kıprıs'ta. Altyapı bozuk, teknoloji yetersiz, güneş, rüzgar enerjisi düzensiz. Kışın soğukta sular borularda donuyor, suyun yeniden akması için buzun çözülmesini bekliyorlar. Bu yüzden AB'nin yumuşatmak, Rumların insafsızca sürdürmek istediği ambargo bugün artık bir insanlık suçudur. Rumlar Türkçe'yi de AB'ye tescil ettirmek zorundalar ama hukuksuz bir şekilde bunu da yapmamakta direniyorlar. Tanınmadan bir adanın yarısında yaşıyor olmanın psikolojisini biz ancak tahmin edebiliriz. Diğer taraftan Kıprıslılar tembel, şunu alıp şuraya koymuyorlar, kayıt dışı olmayı seviyorlar sanki, memurlar çok yüksek maaşlar alıyor, girişimcilik yok, adada müthiş bir lüks araba trafiği var. Türkiye ve Kıprıs Türk'ü el ele, birlikte "al gülüm ver gülüm" kurmuşlar bu sistemi. Kimse kimseye atmasın suçu, herkesin dahli var bu işte. Mehmet Ali Talat cumhurbaşkanı seçildiğinde eleştirdiği ne varsa hepsini bir bir kendi de yaptı. Türkiye'den çağrılan, yedirilen, içirilen insanlar azalmadı, isimleri değişti sadece. Duyduk, gördük; Türkiye'den liberal üniversite hocaları çok iyi ağırlandı Talat zamanında.

Benim şaşırdığım Başbakan'ın 8 yıldır iktidarda olmasına rağmen KKTC hakkında hiç bir şey bilmiyor olması. Türkiye'ye işgalci diyen azınlık bir grubun olduğunu, bunların "Yasemin Hareketi"ni başlatmış olduğunu, geçen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir adayları olduğunu, oy oranlarının en fazla %1 olduğunu bilmiyor. Kızılacak adamlar değil Yasemin Hareketi. Adadakiler tahammül ediyor, sen Ankara'da niye etmiyorsun? Türkiye'ye işgalci diyen azınlık karşısında Rum askerinin yolunu kestiği köyünde açlıktan ölmek üzerelerken Türk askerinin eşliğinde köye giren BM görevlilerinin getirdiği süt tozu ile bebelerin yaşama nasıl döndüğünü hatırlayan Hatice Hoca ve daha niceleri var.

Başbakan'ın diğer bir bilmediği de yukarıdaki tüm olumsuzluklara rağmen Kıprıs Türkü'nün gelişmiş bir demokrasi anlayışı olduğu... Bu küçücük ada yarısında müthiş sendikal bir örgütlenme, iş güvenliği olduğu. Doğru yönetilse KKTC'nin antik Yunan'daki doğrudan demokrasinin günümüz tezahürü olacağı -ya da Jean Jacques Rousseau'nun bahsettiği ideal mikro devletin. Demek istediğim "sorumluları bulun, gereğini yapın" diye kimseyi sindiremezsin orada. Muhalefet vardır ve de hınzırdır. Talat'ın katıldığı Lefkoşa'daki ODTÜ mezunları gecesinde Talat'la karısının dansa kalktığı anda, Talat'la sevgilisinin şarkısını çaldıracak kadar hınzır. Adada bilinir böyle şeyler, muhalefet de kullanır. Ertesi gün herkes gevrek gevrek güler.

Dakik, kuralcı bir Ankaralı olarak beklemekten çıldırdığım çok oldu benim Kıprıs'ta. Öğrencilerle görüşme saatinde öğrenciler yanındayken kapalı alanda sigarasını yakıp içmeye başlayan Kıprıslı hocayı "sizin ara verme zamanınız gelmiş" diyerek dışarı çıkarttığım için Rektör'e şikayet de edildim mesela. Yine de çok sevdim Kıprıs'ı, Kıprıslılar'ı. "Napan be Akçacık" dediğinde gidip öpesim gelirdi karşımdakini. Gelen her misafirimle araba kiraladım, "öncelik çemberden çıkan arabanın" kuralını öğrendikten sonra sorun olmadı zaten, hallaç pamuğu gibi attık adayı. Bazen yan ofisteki hoca elinde bir torbayla gelirdi, "ne bu" dediğinde "taze Hellim" derdi "nenem yaptı." Tabii onu da gidip öpmeyeyim diye zor tutardım kendimi, teşekkür etmekle yetinirdim.

Bir kere de banyodaki su ısınmıyordu bir türlü, nice beklemeden sonra nihayet tamirci geldi, baktı "element bozulmuş, yeni element lazım" dedi. Adamın karşısında gülme krizine girmiştim "yoksa Kıprıs'ta şofbenler uranyumla mı çalışıyor" diye. Neye element dediklerini öğrenemedim ama çok, çok eğleneceğimi fark ettim. Bir de lor peynirine nor peyniri dediklerini duyduğumda krize girmiştim. Bir de evine aldığı sarı perdelerin sandığından daha cırt sarı çıktığını gören Nurcuk "ev lambada oldu oturuyoruz işta" dediğinde. Pavyonmuş lambada... Kardeşim oldu şimdi Nur, görmezsem özlerim...



Konu Kıprıs'tan açılınca bende söz bitmez. Taze kişnişli salataları, buz gibi limonata, mandalina sularını, günbatımlarını, adamı eve kapayan çöl rüzgarlarını, demografiyi değiştiren Kürt göçünü, Kıprıslıların çapkın olduğunu, ağızlarının bozuk olduğunu, en şık hanımların bile söze "ananın...." diye başlayabildiklerini sonra anlatırım. O zamana kadar hadi "eşşek depsin" sizi.

**************
Yazıyı yazdıktan sonra not defterimde buldum bu Kıprıs manisini :"Karanfilim katmeri/Al kucağına yat beni/İstediğini vermezsem/Karyoladan at beni" 23 Nisan 2007, Girne.

2 yorum:

  1. süper olmuş :)

    bi de, lisanstaki siyasal düşünceler tarihi'nden yanlış hatırlamıyorsam montesquie'nun da iklimlerin hükümet biçimlerini belirlediği gibi bir görüşü vardı. yanlış mıyım hocam?

    YanıtlaSil
  2. :) Teşekkür ederim :) Tastamam öyle, Monstesquieu'nün iklim anlayışına göre güneyin çalışkan, kıpır kıpır, cevval olma şansı hiç yok. Tabii bunu ilk diyen Aristo... Tarih üzerine olan bloga uye olayim ben, oburu galiba futbol uzerine cunku :)

    YanıtlaSil