My Life in France kitabının son sayfasını okuyup kapağını kapamamla hayatımdan çıkan Julia Child'ın içimde yarattığı boşluk büyük oldu. Onu yeniden hayatımda istedim. O yüzden de, bu hafta gösterime giren Julie&Julia ilaç gibi geldi.
Kendi deyimiyle bu, "1.88 metre boyunda, neşeli ve gürültücü Kaliforniyalı" kız, tavadaki omleti fırlatma cesaretini göstererek hayatını değiştirmiş, ruhunun, çok sevdiği kocasının ardından da olsa, sürüklenip gitmesini engellemişti. 1948 yılında başlayan macerasında, Fransa'da Fransızlar gibi alışveriş yapmayı, yemek pişirmeyi ve yemeyi öğrenen Amerikalı Julia, ülkesine geri döndüğünde, mutfaklarında sıkışıp kalmış kadınlara "boef bourguignon" tarifi ile birlikte bir de hayat görüşü sunmuştu: "Yeni şeyler deneyin!" "Özür dileyip durmayın ama hatalarınızdan ders alın!" "Korkusuz olun!" veeee "Her şeyden önemlisi, hayattan zevk almaya bakın!"
Youtube'dan Julia Child videolarını seyrederseniz, Meryl Streep'in oyunculuğuna siz de hayran kalacaksınız. Hazır Youtube'a girmişken bir de Dan Akroyd'un Saturday Night Live için yaptığı Julia Child parodisini de seyredin. Ev sahibimin söylediğine göre, parodi yayınlandıktan sonra, bütün Amerika günlerce buna gülmüş. Filmde de var.
2002 yılında, kendini çaresiz hissettiği ve kurtuluşu 365 günde Julia'nın 536 tarifini tamamlama ve bu macerasını bloglamada bulan Julie'nin hikayesi, bana göre, Julia'nın kocaman gölgesinde kalıyor. Nitekim sinemadakiler de, en büyük tepkiyi, çoğu zaman alkışlayarak, Julia'nın göründüğü sahnelerde veriyorlardı.
Hiç bir zaman, günümüz TV yemek yıldızları, Martha Stewart ve Rachel Ray gibi "hatasız" olmayan ve canlı çekimlerde patates gözlemesini döküp saçan Julia, belki de özellikle bu yüzden Amerikalılar'ın sevgilisi olmuş. Hata yapmak kadar olağan ne var ki... Filmde de, ters giden bir "tavada fırlatma" girişiminden sonra gamsız Julia, kameralara dönüyor ve "Gözlemeyi fırlattığım zaman, fırlatmam gerektiği gibi fırlatacak cesareti gösteremediğim için gözlemem bozuldu. Siz siz olun her zaman kaldığınız yerden devam edin" diyor; "yeniden fırlatmaya cesaret edin"... İşte bu bir yemek tarifi değil hayat felsefesidir!
filmi bekliyorummm.
YanıtlaSilaprile ...
YanıtlaSilbazen kendimi şu soruya cevap ararken buluyorum: "acaba uç hisler beslediğimiz konular/kişiler/olaylar/anlar karşısında sakin kalamadığımız ve işini bilen bir kadın olmak yerine, çığlık çığlık kız çocuklarına döndüğümüz için mi 'kaybediyoruz' pek çok şeyi?".
aprile hemen tepkisini verdi, mesela.
peripatetic filme gitmek zorundaydı, yalnız kalmamak için. Yetmedi; yazdı. Bu da yetmeyecek, büyük olasılıkla.
Unutmamak gerek ama, altını çizmeye devam edelim. Önce kendi gözlerimize sokalım: "bu"yuz.
Bir süredir, kendime uyguladığım oto-sansürleri çırılçıplak görüp, şaşıyorum. Been, italya italya diye inleyen beeeEEn miyim; "aslında oralarda yalnız olmak istemiyorum", diyerek kendini engelleyen? "sevilip-sevmek istiyorum, doyasıya" diyen iç sesimi alabildiğince bastırıp, "ben sizi değil, o adamı istiyorum" diyen kim?. Yeniden başlamak diye kıvrım kıvrım kıvranırken; nasıl da "yeni başlangıç ama orada değil-burada değil, bu şekilde değil-o şekilde değil" diye tel örgüler ören, ben değil miyim? Bana benziyor da!
Yaşlanıyor olmak, yeterince zor. Zamanın kalmayabileceğini düşünmeye başlıyor insan. Zaman senin için olsa, sevdiğin/sevdiklerin için olmayabilir. Bir keder ve arabeskdir alıp başını gidebilecekken tek şey güzel: Yeniden başlamak.
Şunu demeye çalışıyorum: denemeye devam edeceğiz, artık başka türlüsünü yapamadığımız ortada. İNANIYORUM DA; olacak! Bizi bir işe yarar kılıyor, seçtiğimiz ve sevdiğimiz bu yol. Deneyelim; ama sürekli sakladığımız en saf, en karanlık, en canlı isteklerimizi kendi iplerimizden kurtarmayı ihmal etmeyerek. Sevdiklerimizin kendilerini bağladığını gördüğümüzde bir uyarı sinyali vererek.
Patronluk taslamak için değil; yalnız olmamak için.
Çünkü, kolay değil izlediğimiz yol. Yaparken zor. Oturup yazarken kolay bir şey. Çünkü oturup yazdığında, geçmiş olan bir zamana bakıp, yorumlar yapıyorsun. Oysa gelecek için bu anı kurgularken, dizlerin titriyor; o kadar.
NOT. kel alaka bir nedenle, kel alaka bir grubun çok da yaratıcı olmayan müziğini dinledim. Ama şu dedikleri hoşuma gitti (belki onlar bile demiyordur, bir coverdir söyledikleri): özgürlük, sen neredeysen orada! Biz de OLALIM. Her nasıl istiyorsak (sansürsüz) ve her nerede duruyorsak. Özgürce denemek: yelkenleri dolduracak rüzgar, işte bu *)
NOKTA *)
Basit ve etkili "have the courage to flip the omelette"
YanıtlaSilGül renginde gün doğarken
YanıtlaSilBoğazdan gemiler usulca geçerken
Gel çıkalım bu şehirden
Ağaçlar, gökyüzü ve toprak uyurken
Dolaşalım kumsallarda
Çılgın kalabalık artık uzaklarda
Yorulursan yaslan bana
Sarılıp uyuyalım gün batımında
Belki üstümüzden bir kuş geçer
Kanadından bir tüy düşer
İner döne döne gökyüzünden
Hiçbir yüz güzel değil senin yüzünden
Haydi kalk gidelim bu şehirden
Gün doğarken ya da güneş batarken
Belki kuşlar geçer üstümüzden
Kanatları senin ellerinden
Ellerinden
işte bu sözler ve bu sözleri güzel sesleri ile söyleyen adamlar...varlar...buradalar...
Biliyorum, hissediyorum ve donuyorum...
YanıtlaSil