30 Aralık 2011 Cuma

2012'YE DİLEKLER / 2012: A GOOD YEAR

Gezegenimizin kaynaklarını tüketmeden tükettiğimiz, felaket değil bereket getiren yağmurlar gördüğümüz, insan olmanın onurunu hatıra(t)mak zorunda kalmadığımız, çok çok sevdiğimiz, sevildiğimiz, sevindiğimiz bir yıl diliyorum.

Forget about Mercury, Susan Miller and the Mayans. Concentrate on what you really want in your heart and make it happen. Wish you all LOVE, happiness, joy, wisdom, patience, prosperity, creativity and of course more LOVE.


www.houseofhepworths.com


Ve bu kafası karışık blogger'ın kafası iyice karıştığında yazdığı yazılara bütün bir yıl boyunca göstermiş olduğunuz ilgi için gönülden teşekkür ediyorum. Blog dünyasının bir parçası olmayı, sizlerle tanışmış olmayı çok önemsiyorum.

24 Aralık 2011 Cumartesi

KISSY'Lİ GÜNLER

2011'in hayatıma soktuğu en vazgeçilmez canlı bir kedi oldu. Hayatta en çok istediğim şeylerden biri gerçekleşti; bir kedim oldu. Sonunda.

Bir kere sadece bana gelişi bile onu benim için vazgeçilmez yapmaya yetti; kardeşleri arasından onu babam seçti çünkü. Daha ilk dakikadan baba emaneti oldu.

Bana geldiğinde 2,5 aylıktı. Onu her kucağıma aldığımda burnuyla yanağıma öpücük kondurur gibi yaptığından pasaportunda Kısmet Hanım olarak yazılı adı Kissy'e dönüştü.



Yaz çok sıcaktı, ben mutsuzdum. Günler çok sıkıntılı geçti. Okuldan eve döndüğümde Kissy'i Ferguson makalemin notlarının durduğu dosyayı kemirmiş, masanın örtüsünü çekiştirmek suretiyle aşağı indirerek üzerinde duran meyva tabağını kırmış, bulaşık süngerini didiklemiş, annemin elleriyle diktiği petunyalardan konfeti yapmış buluyordum. Her akşam biteviye marifetlerini süpürüp bir torbaya doldurup kapıcımız Gökhan'a uzatıyor, kapıyı kapıyordum. İki saniye sonra çalan kapıyı açtığımda da Gökhan kaşla göz arasında dışarı kaçan Kissy'i uzatıyordu bana.


Konferansa gittiğimde bizimkilere bıraktım Kissy'yi. O sırada Türkiye'de olan abim ne kadar bezmiş olduklarını meşhur Gönül şarkısını Kissy'ye uyarlayarak telefonda şu şekilde ifade etmişti: "Nedir çektiğim senden/Kissy derdin hiç bitmiyor/Devirdiğin saksılara bak/Koca ev sana yetmiyor mu Kissyyyyy/Uslan artık deli Kissy/Hiç böyle yapar mı pisiiii/Uslan artık deliiii divane Kissy."



Çok şükür ki 6. ayını doldurduğunda çok belirgin bir şekilde uslandı. İnsanlar yemek yerken masaya zıplamamayı öğrendi, kağıt kemirmeyi kesti, kakasını yapar yapmaz poposunu yalamadan üstüme atlamaktan vazgeçti.

Sonra...sonra kocaman bir böceğin ardından 4 kat aşağıya, betona düştü. Onu aşağıda kakası kusmuğuna karışmış, korkudan tirtir titrerken bulduğumda aklım başımdan gitti. Kissy'yi ne kadar sevdiğimin ayırdına ilk defa o anda, onu kucaklayıp arabada yere yatırıp veterinere götürürken vardım. Radyoda "Düştüysek Kalkarız" (artık Kissy ile benim şarkımız oldu) çalıyordu, ölmeyeceğini anlamıştım ama ağlamayı bir türlü kesemiyordum. Veteriner sonra ağlamaktan akan rimellerin, dağılmış topuzun hatırına indirim yaptı bize. Kedi yoğun bakımı, kedi röntgeni ve kedi serumu hiç de ucuz değilmiş, faturayı babam ödedi gönüllü. 48 saat sonra Kissy'yi eve getirdim. Keyfi 1 hafta sonra yerine geldi, kokusu 2 haftada geçmedi, serum takmak için traşlanan patisinin tüyleri 3 haftada uzadı.

Şimdi 8. ayını doldurmak üzere. Sokaktan aldığımız halde kakasını bir kere bile kumunun dışına yapmadı. Sabah evden çıkarken ardımdan, gece yatarken kapattığım kapının diğer tarafında hiç ağlamadı. Kuşluk vakti uyanıp kapıyı açtığımda onu orada beni beklerken buldum hep.

O kadar bağımsız ve o kadar doğal ki ona bir şey öğretmek, öğrettiğimi öğrendiğini görmek kalbimi kırıyor. Benim bazen "patiska" diye öptüğüm beyaz patisi ile perdeyi aralayıp pencereden dışarı bakması ve uçan kuşlara belli belirsiz "maoov" demesi de... Bu nedenle de doğallığına yapacağım en büyük müdaheleden önce bir kere çiftleşmesine ve doğurmasına karar verdim. İran kedisi damat da buldum.

Demek ki bir sonraki kedi yazım Kissy'nin yavruları hakkında olacak.

17 Aralık 2011 Cumartesi

TOPLU TAŞIMA GÜNLERİ

Haftanın dört günü, sabah saat 8.10'da elimde içinde kedi kakası olan torbayla merdivenleri koşarak inip okul servisine yetişiyorum. Üniversite yeni kampüsüne taşındığından beri toplu taşıma günlerine geri döndüm. Saat olarak servise bağlı kalmak bazen bunaltsa da benzin masrafımın ve karbondioksit salınımına katkımın azalmış olmasından dolayı memnunum. Bir de tabii hayatıma yeni insanlar, görüntüler ve uğraşlar girdi. Ondan da memnunum.



Bir kere serviste öykü paragrafları yazmaya başladım. Yanımda oturan öğrencinin dikizlemediğini varsayarak avuç içi kadar not defterimi çıkararak bir-iki cümle karalayabiliyorum. Bir arkadaşım geçenlerde öylesine fal bakarken "Akça elinde hep kalem var sanki" dedi. "Doğru" dedim içimden. Şimdilik tablete ihtiyacım yok gibi.

Kitap da okuyabiliyorum. Yalnız Refik Halid'in Sürgün'ünü okurken bir an gözyaşlarıma hakim olamayınca hem bir Hazırlık öğrencisinin önünde ağlamış oldum hem de rimelim aktı biraz. Bugünlerde tedbirliyim. Çantamda Küçük İskender'in Bu Defa Çok Fena'sını taşıyorum.

Yolda giderken en sevdiğim görüntü kaldırımlarda salkım salkım birikip servis bekleyen İncek gecekondu bebeleri. Her sabah ana babaları bunları sarıp sarmalayıp servis yoluna getiriyor; geç kalanlar ise refüjlerde her an yola atlayacakmış gibi birikip en az 100'le giden şöförlerin ödünü koparıyor. Piçkurularının suratlarından belli, akılları derste değil yaramazlıkta. Ana babalarının arkasından birbirlerine tekmeler savurup duruyorlar.

Şimdilik en önemli sorunum bir kulağımda 4 diğerinde 5 delik olduğundan küpe takmayı yetiştirememek. Sonuç; ilk deliğe takılan büyük küpeleri hallettim mi geri kalanları bir Strabucks nane şekeri kutusunda cebime atıp mecburen serviste takıyorum.

Bir de tabii hazır cevap, hayat insanı şöförümüz Ramazan Bey var. İlk günlerde servis güzergahındaki, yolcu sayısındaki mevcut belirsizliklerin çözülmesini beklerken her sabah telefonda konuşmaya başladığımız Ramzan Bey, sorunlar çözülüp de ben ona "Artık rahat edersin aramam seni sabahın köründe" dediğimde "Ama alıştım hocam, arada ara da hatırımı sor" deyip güldürmüştü beni. Şimdi aklı benim 10 yaşındaki Golf arabamda; "kim ne kadar veriyorsa ben 300 lira fazla vereceğim Akça Hocam. Bak araban benim, ona göre" deyip duruyor her aklına geldiğinde. Kadın şöför düşmanı; "tır mı kullanıyon da frene basarak iniyon o yolu" diye kızıyor önüne gelene. Kız öğrencilerden birine de, bir kere park yerine zor girerken yardım etmek için "gel gel gel" yapınca, "sen kendi işine bak cadı" demişliği var. Ama karısına da aşık; her ne kadar ona da "lan Seloşcum" diye seslense de.

İşte şimdilik böyle gidiyor benim toplu taşıma günlerim. Arada da kulağıma abuk sabuk müzikler çalınıyor. Yanlış duymadıysam bir şarkıda melekler, birilerinin barışması için imza topluyordu.