Evet evimden uzak, gezegen olduğum bu dönem de ispat etti ki daha tam anlamı ile blogger olamamışım. Bu süre içinde tek başıma da kaldım, internet erişimim de oldu ama mesajlarıma bakıp, kahve içip başka başka şeyler düşündüm işte. Bir türlü bloga yazamadım. Ama şimdi boğaz manzaralı otel odasındayım, stick modem aldım ve içimdeki ses "artık daha fazla erteleyemezsin" diyor. İstanbul'da günlerdir gök yarıldı, hiç durmadan yağmur yağıyor. İstiklal'den aldığım muşamba şemsiye dün akşam itibariyle Nişantaşı'nda devasa bir Burberry's şemsiye tarafından katledildi. Yarın Ankara'ya döneceğim için bir plastiğe bir 5 kağıt daha vermek istemiyorum. Sonuç; otel odasındayım. Akşamüstü beni ödül törenine götürecek aracı bekleyeceğim, belki yarım saatlik bir yürüyüş için vaktim olur.
Öğrencilerim şu dakikalarda asistanların gözetiminde bu dönemki dersimin finalini oluyorlar. Bütün gece Twitter ve Facebook'ta amma yaygara kopardılar yok commercial diplomacy yok Cold War diplomacy... Karşılaştırmalı soracağım dedim ama çalışırken elma ile armutu karşılaştırmıyorlar mı... Ayıptır söylemesi kıs kıs gülüyorum şu panik hallerine.
En son yazımdan sonra Kıbrıs'a konferansa gittim. Arkadaşları görmek, hasret gidermek, sezonun ilk denize dalışını gerçekleştirmek çok güzel geldi. Eve ayakkabımın içinde kum taneleri, saçlarımda deniz kokusu ile döndüm. Bazı konularda köşe başlarını tutmuş hocaları gördüm. Zamanında M.Ali Talat ile kendilerini o kadar ilişkilendirmişler, "Kıbrıs meselesini dönüştürüyoruz" derken son derece dışlayıcı, adi bir politika yaratmışlar ki Derviş Eroğlu'nun başkanlığında sudan çıkmış balık gibiydiler. Bence yine kendilerini kurtaracak bir yol bulurlar ya neyse...
Sonra Ankara'da kısacık bir süre geçirdim. Atanma ile ilgili görüşmeler yaptım, kötü kalpli dernek başkanının iftira atmaları sona ersin diye derneğin Denetleme Kurulu'nun karşısına çıktım. Bir-iki küçük hesap hatası ve başkalarının kaybettiği faturlar haricinde kuruldaki büyükler eksik bulmadı ve çok yardımcı oldular. Dernek Başkanı kendi harcadığı 300 dolar ve kaybettiği 140 dolar için kıyameti koparıp suçu bana atmaya çalışırken şimdi "faturasız harcama " kararı çıkartmaya çalışıyor. Bu arada bu kadınla Bodrum'da aynı yazlık kooperatifinde olduğumuzu ve de kadının "kooperatif arazisi kapatmak" suçundan jandarma marifeti ile mahkemeye çıkartıldığını söylemeden edemeyeceğim.
İstanbul'a ise hem konferans hem ödül töreni için geldim. Akdeniz üzerine bu konferansa maddi yardım gerekince organizatörler malum cemaatten yardım istemişler, bir geldik ki konferans malum vakıfta yapılıyor. Bir kere daha gördüm ki paraya ihtiyacı olan, işi/konferansı batan herkes yanında birden müthiş yardımsever insanlar buluyor ve kendilerinde "hayır" deme gücünü bulamıyor. İnanlar kadar çaresizler de kendini bu çatı altında buluyor. Neyse, bu konudaki detyalı izlenimlerimi sonraya bırakıyorum...
Asmalı Mescit Sokak'ta kaldım. Gayet basit, eskimiş, ve sade, yine de kendi çapında temiz bir oteldi. İyi ki Paris otellerine alışığım da çok yadırgamadım. Konferanstan arkadaşlar da gelince birer birer, her seferinde elimde kalan duş başlığına çok da takmadım sonunda. Gezi Pastanesi'nde Bilkent'ten hocalarımı gördüm; sonra doktoradan arkadaşlarım da geldi; çocukluk arkadaşlarım Asmalı Mescit'e geldi ertesi gün; Şimdi'de oturduk; üniversiteden arkadaşım da Pazar günü İstiklal'e House Cafe'ye geldi; bileğime uğur bileziği taktı... Herkese çok çok teşekkür ediyorum.
Sonra misafir edildiğim Hilton Parksa'ya yerleştim. Bunun ayrıntıları da sonra anlatırım. Yağmur demin kesildi. Yeniden başlamadan bir iki adım atayım dışarıda. Kafamdaki "ben aslında nerede yaşamalıyım" sorusuna belki bir faydası dokunur...
Bu yazıyı "fragman" olarak kabul ediyorum. Zira üç nokta (...) ile bitirilişini de aynı yoruma bağlıyorum ve bu yazıdan çıkacak detay postları dört gözle bekliyorum...
YanıtlaSilSevgiler
Çok doğru çok anlatacak şey var o nokta noktalarda... En kısa zamanda... Benden de çok sevgi...
YanıtlaSil