Bu hafta lodos vardı Ankara'da, benim kafama da meseleler, sözler takıldı; ben onlara geri dönüp durdum.
GAZETEDE OKUDUĞUMA mesela. El Kaide'nin rehin aldığı insanları kurtarmak için Cezayir ordusunun operasyon yapmasına ve 30'u aşkın rehinenin ölmesine.
Çok trajik bir insanlık durumu. Tutsak alınmışsınız ve tek kurtuluş şansı olarak bildiğiniz, gelmesi için dua ettiğiniz güç geldiğinde ölümünüze neden olacak. Müthiş bir çıkmaz. El Kaide'nin elinde tutsak kalmamışsam da anlayamayacağım, benzerini yaşamadığım, bir daha yaşamayacağım bir durum değil.
ETTİĞİM SOHBETE mesela. Çok sevdiğim bir hoca ile başkanlık sistemi üzerine konuşuyorduk. "İnsanlar bir karar vermek zorunda olduklarının farkında değiller ama artık karar verme zamanı. Gidecek misiniz, kalacak mısınız? Kalacaksanız değişen sistemle nasıl başedeceksiniz?" dedi. Şimdilik gitme planım yok. Ama değişen sistemle nasıl başedeceğim konusunda bir fikrim de yok. Çok ağır geldi bu sözler, döndüm durdum... Henüz bir yanıt bulamadım.
DUYDUĞUMA mesela. "Seni görünce ilk aklıma gelen anti-establishment olduğun," dedi. Herhalde uzun zamandır benim için söylendiğini duyduğum bir cümle, beni bu kadar gururlandırmamıştır. Babama bile söyledim, o da gurur duysun diye. Hatta annem, "kızım kış geçti şöyle bir kalıplı palto almadın kendine," dediğine O, "Alma kızım alma, establishment olma," dedi. Gülüştük...
Bugüne kadar bana söylenmiş en güzel şeylerden biri. Asla unutmayacağım, lodosta modosta hep hatırlayacağım.
KİTAPTA OKUDUĞUMA son olarak. "I miss the times, when there was abundance in my life." Hayatımızda lineer olarak bolluktan kıtlığa doğru mu ilerliyoruz mutlaka? Bolluk dönemini yaşamışsan sırada illa ki kıtlık mı var? Kalabalık, uzun yaz sofralarına dönüş yok mu?