20 Ocak 2013 Pazar

BU HAFTA AKLIMA TAKILANLAR

Lodos esince düşünceler üşüşür, kafamın içi Cahit Külebi'nin sözünü ettiği "bir delinin cepleri gibi" olur. Anlamlı olması gerekmez ama takıntılı, ısrarlı aynı şeyleri düşünürüm. Aynı konulara geri döner dururum.

Bu hafta lodos vardı Ankara'da, benim kafama da meseleler, sözler takıldı; ben onlara geri dönüp durdum.


GAZETEDE OKUDUĞUMA mesela. El Kaide'nin rehin aldığı insanları kurtarmak için Cezayir ordusunun operasyon yapmasına ve 30'u aşkın rehinenin ölmesine.


Çok trajik bir insanlık durumu. Tutsak alınmışsınız ve tek kurtuluş şansı olarak bildiğiniz, gelmesi için dua ettiğiniz güç geldiğinde ölümünüze neden olacak. Müthiş bir çıkmaz. El Kaide'nin elinde tutsak kalmamışsam da anlayamayacağım, benzerini yaşamadığım, bir daha yaşamayacağım bir durum değil.


ETTİĞİM SOHBETE mesela. Çok sevdiğim bir hoca ile başkanlık sistemi üzerine konuşuyorduk. "İnsanlar bir karar vermek zorunda olduklarının farkında değiller ama artık karar verme zamanı. Gidecek misiniz, kalacak mısınız? Kalacaksanız değişen sistemle nasıl başedeceksiniz?" dedi. Şimdilik gitme planım yok. Ama değişen sistemle nasıl başedeceğim konusunda bir fikrim de yok. Çok ağır geldi bu sözler, döndüm durdum... Henüz bir yanıt bulamadım.


DUYDUĞUMA mesela. "Seni görünce ilk aklıma gelen anti-establishment olduğun," dedi. Herhalde uzun zamandır benim için söylendiğini duyduğum bir cümle, beni bu kadar gururlandırmamıştır. Babama bile söyledim, o da gurur duysun diye. Hatta annem, "kızım kış geçti şöyle bir kalıplı palto almadın kendine," dediğine O, "Alma kızım alma, establishment olma," dedi. Gülüştük...


Bugüne kadar bana söylenmiş en güzel şeylerden biri. Asla unutmayacağım, lodosta modosta hep hatırlayacağım.


KİTAPTA OKUDUĞUMA son olarak. "I miss the times, when there was abundance in my life." Hayatımızda lineer olarak bolluktan kıtlığa doğru mu ilerliyoruz mutlaka? Bolluk dönemini yaşamışsan sırada illa ki kıtlık mı var? Kalabalık, uzun yaz sofralarına dönüş yok mu?



Bence var. İklimler değişse de dairesel dönüşler mümkün.

12 Ocak 2013 Cumartesi

REDHACK, HACKER ETİK VE MAHREMİYET

Hayatımız daha da teknoloji-yoğun bir geleceğe doğru ilerlerken bilelim ki o gelecek hackerların. Gördük geçen hafta; bir sistem açığını bir yerinden tutup YÖK arşivlerini hallaç pamuğu gibi attırdılar. 1950ler 60larda Massachusetts Institute of Technology'de (MIT) üretilen software'i piyasaya sürmeden önce denemek için, varolan kusurları yine software'i üreten ekibin bulmaya çalışması olarak başlayan hacking bugün, bilgilenme ve bilgiye erişme özgürlüğünü savunan bir eylem. Aynı zamanda software'e tutku ve onu üreten zekaya saygı duyulması bu kitlesel eylemi hackerlar için kişiselleştiriyor da.



Teknoloji felesefesi profesörü Finli (Kapatılan The Pirate Bay'in dünyanın her yerinde aranan sahibinin Stockholm'de yasal olarak yaşadığını hatırlarsak İskandinav kültürünün hacker/korsan kültürünü besleyen bir yanı olduğunu  kabul etmeliyiz) Pekka Himanen, bu konuda yazılmış tek değil belki ama en ünlü kitapta (The Hacker Ethic and the Spirit of the Information Age) hackerlığın belli bir etik anlayışı çerçevesinde hareket ettiğini varsayıyor. Buna göre hacker etik şu temel ilkelere dayanıyor:

1) Paylaşım

2) Şeffaflık

3) Bilginin tek elde merkezileşmesini engellemek

4) Dünyanın bütün bilgisayarlarının açık erişimde olması

5) Daha iyi bir dünya

Bu çerçevede, dünyanın nasıl bir sistemle işlediğini yani dünyanın sahiplerini ve niyetlerini açık edecek bütün girişimler etiktir.

Bir üniversite hocası olarak Himanen'in hackerlığı Plato'nun Akademi'sine benzetmesi özellikle ilgimi çekti. Maalesef bugün üniversitelerde yapılan pekçok araştırma gizli, göz ardı edilmiş, üstü kapatılmış, sansürlenmiş veya tahrip edilmiş bilgiyi açığa çıkarmayı hedeflemiyor. Tam tersi ya bilginin saklı kalmasını sonsuz kılıyor ya da ortalama bir seviyede eşinip duruyor. Bu bağlamda, Himanen'e göre, Plato'nun bahsettiği aydınlanma ateşinin tutuşturduğu ruhlar, günümüz akademisyenlerinin değil hackerların. Sadece hackerlar, insanların hayatını doğrudan etkileyen bilgiyi saklandığı yerden iştahla çekiştirip duruyor.

Buraya kadar her şey çok güzel. Hikaye epik; modern zaman kahramanları ile karşı karşıyayız.  Ancak hacking çok elzem bir insan hakkını, zaman zaman toplumsal iyilik adına, ihlal eden bir eylem olmaktan kurtulamıyor. Mahremiyet ilkesini benimsemeyen her girişim, bence, insan saygınlığını aşındırıyor.

İlk defa 1890 yılında Harvard Law Review'da tanımlanan mahremiyet ilkesi, saygınlık, bireysellik ve kişilik haklarının ayrılmaz bir parçası olarak ortaya konmuş. İlk ortaya konan mahremiyet kavramının "bireyin hayatında tamamen kendi kontrolünde olan bölüm" gibi bir açıklaması var. Teknoloji-yoğun hayatın gerektirdiği yeni tanımda ise "başkalarının sizin hayatınıza erişimini sınırlandırma dereceniz" ifadesi geçiyor. Mahremiyetin ihlali bireyin sağlığını hatta hayatını tehlikeye atacağı için, bireysel veya toplumsal, her eylemde mutlaka gözetilmesi gerekiyor.

Hacking binlerce gizli dosyayı bir anda kitlelerin erişimine açarken o dosyalara yanlışlıkla, kötü niyetle girmiş ya da süregelen gizli bir soruşturmanın sonunda belki de aklanacak kişinin mahremiyet hakkını savunabilecek mi?

Dünyayı yönetenleri ve niyetlerini deli gibi merak etsem de ben şimdilik mahremiyet ilkesinden yana  saf tutuyorum.