21 Ağustos 2011 Pazar

AKÇA İÇİN YAZI


Akdeniz Çalışmaları konferansı bayramın bitişine denk geldi. İstikamet İstanbul-Burgaz Ada-İstanbul-Çanakkale-Geyikli (senden ötürü be ya senden ötürü)-BOZCAADA-İstanbul-Roma-Salerno-Pompeii-Napoli-İstanbul. Önümüzdeki 20 gün boyunca vatanım ayağımdaki Birkenstock'lardır; bu böyle!

Tatil doğum günümle başlıyor. 20 gün yazamayacağım bloga bir doğum günü yazısı yazayım diye düşündüm önce. Sonra beni bilenler bana takıldıkları konularda bir-iki şey desinler de blog sahibenizin gerçek yüzü ortaya çıksın bari dedim.

Beni bilmeyen beni ne bilsin, bilenlere selam olsun :)



Akça

"morali bozulduğunda hala Japon çizgi filmlerindeki gibi gözlerinin kenarından yaşları fışkırta fışkırta ağlar." M. Ali

"toplantı, sınıf ortamında arkanıza oturduğunda kulağınıza fısıldadıkları ile sizi gülme krizine sokar; üniversitede İktisat Tarihi dersinden atılmışlığım vardır bu nedenden." Özgür

"ödünç veya emanet aldığı şeyleri önce çukura düşürür, neden sonra oradan çıkarır." Mete

"okulun en uzun boylu kızı olma ayrıcalığını her sene itinayla elimden alırdı." Berrak

"pessima erat discipulorum in lectione Latina" (Latince sınıfındaki en kötü öğrenciydi) Kutlu

"çoğalan bir kahkaha, rengarenk bir kupadan yayılan kahve kokusuna karışan sohbet, insan olan her insanın içinde patlamış mısır misali çiçeklenen duygularını paylaşabileceği bir kaledir." Betül

"sohbet ederken üzerinize yönlendirdiği nükte yoğunluktaki bulutların neden olduğu yıldırım çarpmasıyla sizi yerinize sabitleyip gülme krizine sokandır." Gülben

"gülmesinde de ağlamasında da gürültücü, adını kendim koyduğumdur." Yıldız

"bir gün, yedi ay veya ondokuz yıl önce okunmuş sayfaları virgülüne kadar, film sahnelerini arkadan geçen figüranın t-shirt rengini bilecek kadar, beraber gülünmüş olayları saatlerine kadar hatırlayan; şiirleri, şarkıları, yapılan espirileri bugün cam gibi tekrarlayabilen; bir bu, bir de saçları yüzünden hiç haz etmediğim kadındır." Didem

"saçlarını açık gören fanilerin taşa döneceğinden korktuğundan hep topuzuyla gezen kadındır." Berk

" "elleri var küçücük, yüzüyse çiçeklerinden güzel...bu kahrolası gri şehrin tüm yollarını rengarenk boyamak ister" şarkısındaki kadındır." Nilay

"trafik canavarlarını alkışlayarak "tamaaam olduuu, braavooo, bra-vo" diyerek terbiye ettiği "Akça Trafikte" isimli belgesel izlenmeden tanınamayacak insandır." Miray

"3 çocuklu ve 4 kedili olarak görmek istediğim insandır." Deniz

"endemik ve gayet organik bir akademisyen olarak yerini (bozkır iklimi) sevdiği takdirde çok iyi mahsül veren türdür; korunması için suyunu eksik, güneşine de gölge etmemeleri önem arz etmektedir." Burak

"çay içme ile kahve içme arasındaki sınıfsal/politik ayırımı ortaya koyabilmiş yegane aydınımızdır." Özlem

Bu da şimdi geldi bakın:

"Akçam Pakçam!! Önceliknan doğum güncüğün kutlu ve mutlu olsun. Dilerim ki yüreğindeki gancelliden tüm dileciklerin geçsin!!" Kıprıs'tan Nur


TO BE CONTINUED...


18 Ağustos 2011 Perşembe

AHİR ZAMANLAR

Yeryüzündeki tek başınalığı ile Büyük Öte'den ilahi işaret gönderilmesini bekleyerek başa çıkmaya çalışan insanoğlunun toplayıp sepetine attığı her işaret, illa ki hayırlı bir bütüne ait olmuyor.


Bugünlerde Şer'in bıraktığı işaretler, esirgeyen bir güç tarafından serpiştirilebilecekler kadar muştulu, tutarlı kendi içinde.

Ahir zamanlarda işaret okuma pek tekinsiz bir eylem oldu faniler için...

11 Ağustos 2011 Perşembe

HİKMETLİ SÖZLER -İRONİK BİR YAZI


Hayat, daraldığınız bir anda içinizi ferahlatacak hikmetli söz konusunda da size cilveli bir oyun oynayabilir; benden söylemesi. Zannetmeyin ki payınıza her zaman Oscar Wilde, Ludwig Wittgenstein veya değişmez kişisel favorim Marcus Aurelius düşecek ve size "her şey nınnırındır, nınnırında nınnırına dönecektir. İnsan da nınnırına kadar nınnırınını arar" vezninde bir söz fısıldanacaktır. Benim mesela şu günlerde kendi kendime fısıldayıp durduğum hikmetli mantram şu: "Madem keranede sıkıştık kaldık..."

Yıllar yıllar önce Zuhal Olcay-Haluk Bilginer Tiyatrosu'ndan Jean Genet'nin Balkon oyununu seyretmeye gitmiştik. Haluk Bilginer, forslu bir emniyet amirini oynuyordu. Mesai bitiminde gönlünü eğlemek için gittiği genelevi kendi adamları kuşatıp, içeriye ateş etmeye başladıklarında bir anlık tereddüt yaşamıştı; dışarıdaki meslekdaşlarına mı katılsın içerideki dilberleri mi korusun... Sonunda tereddütü kulağını sıyırarak geçen bir kurşunun vızıltısı ile sona ermiş, silahını çekmiş, "madem keranede sıkıştık kaldık" diye bağırarak dışarıya ateş etmeye başlamıştı. O zaman gülüp geçtiğimiz replik, bugün bu sıcak, tozlu, sapsarı Ankara yazında bana müthiş bir iç ferahlığı veriyor.

Bir an tereddüt mü ediyorum, normalde kalkışmayacağım işlere kalkışır gibi mi oluyorum, "bir kadeh daha?" diye mi soruyorlar, Adam Ferguson ve imparatorluk makalem ile uğraşmak yerine canım blog yazısı mı yazmak istiyor... Duruyorum, derin bir nefes alıyor ve kendi kendime "madem keranede sıkıştık kaldık" diyorum; birden bütün kararsızlıklar ve suçluluk duyguları kayboluyor, yapacağım şey netleşiyor.

Kendinizi kaptırıp yüksek sesle söylemeyecekseniz size de tavsiye ederim.

6 Ağustos 2011 Cumartesi

PAZAR İÇİN YARI AKADEMİK OKUMA: İMPARATORLUK, EVRENSEL, ELEST


Dünyayı henüz ortaya konmamış (Osmanlı falan değil yani) bir imparatorluk modelinin kurtaracağına inanan bir akademik olarak evrensel hukuk, norm ve değerlerin yeniden tanımlanması girişimlerine küçücük, minick bir katkım olsun diye didiniyorum ya...Kafamda planladığım makalenin analojilerinden biri, Bodrum'da bir akşam vakti, zeytinyağlı fasulye tabağının elden ele sıyrılarak geçtiği bir aile sofrasında geldi: Elest Günü.

Tanrı ile ruhların Yaradılış'tan önce biraraya geldiği ve cezbe halinde bir 'misak' (covenant) üzerinde uzlaştıkları gün... Bu ilk misakın unutulan içeriğini hatırlamaya söz verdikleri için yeryüzünde yaşayan ruhlar...Misakın içeriği ile birlikte evrenselin tanımının da unutulmuş olması...Sahi ruhlar tam olarak ne için söz vermişlerdi Tanrı'ya da Tanrı, enerjiyi maddeye çevirmeye razı olmuştu? Elest'i hatırlama analojisini evrensele ulaşma çabası için kullanabilir miyim?


Tabii böyle akıllı akıllı düşünürken hülyalı hülyalı dalıyorum sonra: Ya insanoğlu yeryüzünde Elest Günü yanında durduğu ruhları arıyorsa...Yeni insanlarla karşılaştığımızda hissettiğimiz "tanışıklık" duygusu o günün tortusuysa...O insanları bulmadan hiçbir zaman bütün olamayacak ve özleyeceksek...O zaman Ursula Le Guin'in söylediği gibi mi? "To be whole is to be part, true voyage is return"/"Bütün olmak parça olmaktır, gerçek yolculuk geri dönüştür." Nereye? Elest'e.

PAZAR İÇİN HAFİF OKUMA -FOTO ROMAN

Yüreklerinin buz kesmesini istemeyen insanların "bir daha asla," "bundan sonra sadece" gibi kararlar almaması gerektiğine inanmasına rağmen O'nun da hayatta aldığı bir karar vardı: Söylenmiş sözlerin pişmanlığı ve utancını söylenmemiş sözlerin taşınmaz, atılmaz yüküne yeğ tutmak.


Bu kararı, ne düşünüyor, hissediyorsa ortalıkta gamsız gamsız şakıyıp durmak için değil, söylenmemiş sözlerin açtığı iyileşmeyen yaraların nerede ne zaman sızlayacağı belli olmadığı için almıştı.



Konu aşk olduğunda da bir kuralı vardı aslında; tek olmak yerine iki olmak; iki hayatın tek yaşanması değil, eş yaşanması... Zaten anasından aldığı biricik evlilik nasihatı da -çok şükür ki "kocanı hep alttan alacaksın; ona "haklısın" diyeceksin, sen bildiğini okuyacaksın" değil- "kimse kimsenin baş ucundaki çekmecede ne var bilmesin" idi.



Son aşık olduğunda da cebinde sadece bu kural vardı. Bu sefer payına midesini bulandıracak kadar kuvvetli bir aşk düştüğünden mantığın kural ve karar yeşerten ikliminin, benliğinin her hangi bir zerresinde hüküm sürmesi zaten pek mümkün değildi.



Ama akılsız ve kuralsız başı, sevdiğinin ilişkiye çeyiz olarak getirdiği kural ve kararlara çarptıkça canı yandı. Canı yandıkça kendi yan yana eş-yaşama kuralını çiğnedi. Kızdıkça kararlı yüreği buz gibi sevgilinin bir adım önüne geçti . O öne çıktı, sevdiği arkada kaldı.



Ne yaptıysa ısıtamadı "bir daha asla," "bundan sonra sadece" diye diye ayazda kalmış, buz kesmiş yüreği. İtiraf etmek gerekir ki aslında o yürek ısınırdı da O başaramıştı. Kuralara boş verecek, kendini koy verecek bir durum görmemişti demek ki sevdiği, bu yol kesişme hikayesinde.



Ne kadar zaman sonra sahip çıkabilmişti yeniden kendi hayatına hatırlamıyordu bile. Öyle; güneşli güne uyan, soğuk duşa gir, "hayat yaşamaya değer" de, kedinin başını okşa; atılmıyordu sevda baştan. Önce mide bulantısının geçmesi gerekti, sonra uykusundan uyanıp uyanıp artık yanında yatmayan sevgiliye hazırladığı cümleleri haykırması... Sonra, yavaş yavaş aşksız hayata dönmeme direnci kırıldı çaresiz. En sonunda da -işte bu, bir anda oldu- kim olduğunu hatırladı.


Kim olduğunu hatırladığı, cebinde hala tek bir altın kuralının olduğu başlangıç noktasına dönmüş oldu böylece. "Bir daha asla," "bundan sonra sadece" diye diye ayazda kalan yüreklerden farkı olsun istediğinden, acısına rağmen, yeni bir karar da almadı.
...
Aptal!



Bu hafta sonu vakti bol bulunca "vi.sualize.com'dan rastgele seçtiğim fotoğrafların üzerine hikayemsi bir şeyler yazsam" parlak fikrinin sonunda bu deneme ortaya çıktı. Tahammülünüze sunulur :)