31 Ağustos 2009 Pazartesi

İLHAN BERK


Sevdiklerime burun kıvıranlara aldırmıyorum epeydir. Neyi sevdiğimin kararını ben veririm; keyfimin kahyası benim. O yüzden de, bay Murat Bardakçı televizyon programında, ağzını doldura doldura "İlhan Berk de şair mi" dediğinde kızmadım, sadece "Evet, şair" dedim. Beni yüreğimden vuran, döne döne okuduğum, içim ürpermeden bitiremediğim şiirlerden birini, Bir Alageyik'i yazmış bir şair... Attila İlhan'ın dahi zenginliği yok belli ki şiirlerinde ama Stoik bir insancıllık ve yalınlık var. Rilke'nin "Çünkü burada (dünyada) olmak çok şey de ondan" diyen sesinin Türkiye'de duyulan yankısı O.



"Kimsecikler yoktu gayet iyi hatırlıyoruz/Bir sabah biz erkenden geldik dünyaya" dediğinde, o tekrarı olmayacak sürenin başladığını haber veriyor işte. "Hepimiz ayrı ayrı tutulduk dünyaya/Denizi görenler deliye döndü/Gökyüzüne bir bakışı vardı bir ceylanın/Bütün ömrümce unutmam" dediğinde, kahretsek de, yaşadığımız hayata, içimizde çok derinlerde bir yerlerde, nasıl da "tutkun" olduğumuzu hatırlatıyor. "Bir vakit yaşamaktan" başkaldıramayacağımızı söylüyor ama sonra "Hepimiz(in) işimizi gücümüzü bırak(ıp)/Tam beş dakika dünyayı dinle(yeceğimizi)" de... Dünyaya gelecek ruhlardan olduğumuzu öğrendiğimizde "fevkalade" sevindiğimizi, "bugün bir tek bunu bil(menin)" yeterli olduğunu fısıldıyor kulağıma.

İçim daraldığında, yine çıkmaza sıkıştırdığımda kendimi, dünyaya gelecek ruhlardan biri olduğumu öğrendiğimde nasıl "fevkalade" sevindiğimi hatırlamaya çalışırım. Öyle zamanlarda öbür kulağıma da Rilke fısıldar; "bir kez olmuş olmak, yalnız bir kez de olsa: bulunmuş olmak yeryüzünde" der "hiç değişir mi bu?"

28 Ağustos 2009 Cuma

SECOND HALF TIME


Celebrating my 35 th year on earth, I would like to dedicate Natalie Merchant's song "Wonder" to my sweet self, if you will.



I believe
fate smiled and destiny
laughed as she came to my cradle
"know this child will be able"
laughed as she came to my mother
"know this child will not suffer"
laughed as my body she lifted
"know this child will be gifted
with love, with patience
and with faith
she'll make her way"

23 Ağustos 2009 Pazar

LIBRAIRIE DE FRANCE


Eylül ayının sonunda New York'un kültür hayatından bir yıldız kayacak. Fifth Avenue'daki Rockefeller Center'ın kocaman binalarının gölgesinde kalmış Librairie de France , kepenklerini son kez indirecek. 1980'lerden bu yana, zincir kitabevleri ile rekabet etmekte zorlanan, New York'un, Fransa'da basılan Fransızca kitapları satan bu son kitabevi, kirası yıllık 360.000 dolardan 1.000.000 dolara (yanlış okumuyorsunuz) çıkınca tarihi mekanından çıkıp, sanal ortama geçmek zorunda kalmış.

Selanik'ten göç eden Isaac Molho, 1935 yılında, yeni binalarının kiracıları arasında Avrupalılar'ın da olmasını arzulayan David Rockefeller'ın davetiyle, Fransız kültür ve edebiyatını New Yorklular'a sunma hizmetini, bu gösterişli cazibe merkezinde sürdürmeye karar verir. Molho, II. Dünya Savaşı boyunca, Nazi işbirlikçisi Vichy hükümetinin baskısından kaçan Fransız yazarların kitaplarını basabilmek için kitabevinin yanı sıra bir de basımevi işletir. "Küçük Prens"in babası Antoine de Saint-Exupéry'nin "Pilote de Guerre" (Savaş Pilotu) kitabını Molho basar. Gallimard tarafından basılan Küçük Prens'in ise Amerika'da tanınıp satılmasında ve yazıldığı dilde okunmasında, Librairie de France'ın hiç tükenmeyen Küçük Prens stoklarının ve posterlerinin büyük katkısı olur.


Bugünlerde, sayısız Amerikalı ve Fransız, dükkan kapanmadan Molho ailesine saygılarını sunmak ve tezgah üzerinde duran defteri imzalamak için, 610 Fifth Avenue adresine son ziyaretlerini gerçekleştiriyorlar. Tasfiye indiriminde, bazı cep kitaplarının hala 21 dolar olması, insana tabii bu hikayenin böyle sonlanmasının kaçınılmaz olduğunu düşündürmüyor da değil. Belli ki artık sürdürülmesi mümkün olmayan bir işletme modeli bu. Yine de saygıyı, hiç bir şey için değilse bile, savaş sırasında bastığı romanlar için hak ediyor. Nicolas Sarkozy'nin, geçen Eylül ayında "Amerikalı dostları" ile Rockefeller Center'de yemek yedikten sonra, Molho ailesi tarafından kendine yazılan onca yardım talebi mektubuna rağmen, kitabevine uğramamış olması inanılır gibi değil.

14 Ağustos 2009 Cuma

PASİFİK'TEN ATLANTİK'E

Vedalar zor... Üç aydır gurbette olduğumu bildiğim halde, farkında olmadan, kaldığım yer evim olmuş. Her gün ayağımı sürüye sürüye gittiğim kütüphane, ofisim... Evren, isteklerimin sadece birazını yerine getirmiş ama yine karşıma sıcak, neşeli, ilham verici insanlar çıkarmış. O insanlar, bugün bana veda partisi hazırlamış,


kart yazmışlar...


Şarkıdaki gibi bu dünyadaki en zengin kişi gönül fetheden midir? Bu, bu kadar basit midir? İsteklerim olmasa da, istediğim yere bir türlü varamasam da, önümüzdeki yıl yine yarı zamanlı çalışacak olsam da ben aslında zengin biri miyim?

Neyse, bir yandan bu soruların cevaplarını düşünürken, diğer yandan da bavulumu hazırlamam ve içine, otobüsten annesine çaktırmadan yürüttüğüm ciddi suratlı Aztek bebeklerinden bir tanesini koymam lazım. Umarim gümrükte "kimin bebeği bu" diye sormazlar...

9 Ağustos 2009 Pazar

AMERİKA'NIN KONUŞTUĞU KADINLAR-2 JULIA CHILD


My Life in France kitabının son sayfasını okuyup kapağını kapamamla hayatımdan çıkan Julia Child'ın içimde yarattığı boşluk büyük oldu. Onu yeniden hayatımda istedim. O yüzden de, bu hafta gösterime giren Julie&Julia ilaç gibi geldi.

Kendi deyimiyle bu, "1.88 metre boyunda, neşeli ve gürültücü Kaliforniyalı" kız, tavadaki omleti fırlatma cesaretini göstererek hayatını değiştirmiş, ruhunun, çok sevdiği kocasının ardından da olsa, sürüklenip gitmesini engellemişti. 1948 yılında başlayan macerasında, Fransa'da Fransızlar gibi alışveriş yapmayı, yemek pişirmeyi ve yemeyi öğrenen Amerikalı Julia, ülkesine geri döndüğünde, mutfaklarında sıkışıp kalmış kadınlara "boef bourguignon" tarifi ile birlikte bir de hayat görüşü sunmuştu: "Yeni şeyler deneyin!" "Özür dileyip durmayın ama hatalarınızdan ders alın!" "Korkusuz olun!" veeee "Her şeyden önemlisi, hayattan zevk almaya bakın!"


Youtube'dan Julia Child videolarını seyrederseniz, Meryl Streep'in oyunculuğuna siz de hayran kalacaksınız. Hazır Youtube'a girmişken bir de Dan Akroyd'un Saturday Night Live için yaptığı Julia Child parodisini de seyredin. Ev sahibimin söylediğine göre, parodi yayınlandıktan sonra, bütün Amerika günlerce buna gülmüş. Filmde de var.

2002 yılında, kendini çaresiz hissettiği ve kurtuluşu 365 günde Julia'nın 536 tarifini tamamlama ve bu macerasını bloglamada bulan Julie'nin hikayesi, bana göre, Julia'nın kocaman gölgesinde kalıyor. Nitekim sinemadakiler de, en büyük tepkiyi, çoğu zaman alkışlayarak, Julia'nın göründüğü sahnelerde veriyorlardı.

Hiç bir zaman, günümüz TV yemek yıldızları, Martha Stewart ve Rachel Ray gibi "hatasız" olmayan ve canlı çekimlerde patates gözlemesini döküp saçan Julia, belki de özellikle bu yüzden Amerikalılar'ın sevgilisi olmuş. Hata yapmak kadar olağan ne var ki... Filmde de, ters giden bir "tavada fırlatma" girişiminden sonra gamsız Julia, kameralara dönüyor ve "Gözlemeyi fırlattığım zaman, fırlatmam gerektiği gibi fırlatacak cesareti gösteremediğim için gözlemem bozuldu. Siz siz olun her zaman kaldığınız yerden devam edin" diyor; "yeniden fırlatmaya cesaret edin"... İşte bu bir yemek tarifi değil hayat felsefesidir!